"Direnerek değil, ikna ederek ..."
Önce Kopenhag Kriterleri'ni tamamlayıp Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alırken birçok sorunla karşılaşmışlar. Bazı yasaların çıkarılması kolay olmamış. "Bizim durumumuz ve konumumuz farklı" söylemleri ön plana çıkmış. Sorunun büyüğü müzakere tarihi aldıklarında baş göstermiş. Aklılara hiç gelmeyen AB karşıtı ittifak oluşmuş. Hem de eski komünistler ile aşırı milliyetçiler bir kampta buluşmuş. Müzakereler başladığında direniş daha da büyümüş. Çünkü, müzakereler ile birlikte yabancı işadamlarının akınıyla karşılaşılmış. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları hız kazanmaya başlamış. Yabancı yatırımcılar fabrika kurmak için toprak satın alırken, bazıları da tarımsal arazilerde yatırımlara yönelmişler.
Topraklar gidiyor Bu kez ikinci feryat tufanı gelmiş: "Topraklarımız elden gidiyor, yabancılara kaptırıyoruz. Çiftçimiz bitmişti, şimdi toprağı da elinden alınıyor. Ülke toprakları satılıyor..." Aslında söylenenler de doğruymuş. Çünkü, yabancı yatırımcı gelip, dağınık halde olan tarımsal arazileri satın alıp birleştirmiş. Bu toprakların sahibi durumundaki köylüleri de yanına işçi olarak alıp çalıştırmaya başlamış. Buna ilişkin yasa da çıkarmışlar. Hatta yabancı yatırımcılara vergi sınırlamaları da getirmişler. Ancak, eleştirilerin önü kesilmemiş;
AB Teslimiyeti Bu aşamada teknolojisi eskimiş fabrikalara da yabancı sermaye ilgi göstermiş. Tarımsal arazilerde yaşanan sorunlara benzer bir tablo orada da karşılarına çıkmış; "Ulusal sermayemiz yabancılara peşkeş çekiliyor, milli değerler elden gidiyor..." Hükümet, "sağlam" durup bu tür tepkilere aldırmamış, hatta doğrudan yatırım yapmak için gelmek isteyen yabancıların ülkeye girişini hızlandıran yasalar çıkarmış. Hatta, telekomünikasyon gibi bazı uygulamalar için başmüzakereci ve heyetinin kararıyla Meclis'e yasa çıkarılması talep eden mektup yollanmış. Başbakan bu mektuptan daha sonra haberdar olunca ortalık bir daha karışmış. Her aşamada atılan nutuklar benzer olmuş: "Milli kimliğimiz kayboluyor. AB teslimiyetçisi zihniyete karşı kendimizi nasıl koruyacağız?" Bu arada komşu ülkelerden başlayan işçi akınını durdurmak için zor günler geçirilmiş. Enflasyon yükselmeye, fiyatlar artmaya yüz tutmuş. Bu aşamada müzakereler başlamış. En büyük sorun da tarım kesiminin AB'ye uyumunda yaşanmış. Sonuçta müzakereler tamamlanmış ve AB'ye tam üye olarak katılım gerçekleşmiş. O gün "Milli kimliğimiz, topraklarımız elden gidiyor" diye bağıranların sesi kesilmiş, "Biz direniş göstermeseydik, bu noktaya gelinmezdi" diyerek kendilerine pay çıkarma arayışları başlamış.
Direnerek olmaz Yukarıda anlatılan sürecin yaşandığı ülke Çek Cumhuriyeti... AB ile Çek Cumhuriyeti müzakere heyetinde özel sektör temsilcisi olarak yer alan Martin Klimpl geçmişte yaşadıklarını anlattıkça, istem dışı ağzımızdan, "Bugün bizde de benzer şeyler oluyor" sözleri çıkıyor. Çek, Macaristan ve Romanya'nın AB ile görüşmelerini yürüten baş müzakerecileri ve heyetinin, TOBB ve eski bakan Işın Çelebi'nin danışmanlık şirketinin organizasyonu ile Ankara'daki yemekli toplantısında anlatılanları dinledikçe gelecekte yaşayacaklarımızı görüyoruz. Çek Cumhuriyeti'nin Başmüzakerecisi Pavel Telicka, Macaristan'ın Başmüzakerecisi Peter Balazs ve Romanya Başmüzakerecisi Bogdan Badea, deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye'ye bulundukları tavsiyelerin özeti şöyleydi: "AB'ye karşı direnerek değil, kamuoyunuzu ikna ederek yol alırsınız..." Türkiye'de kim olacağı tartışması sürerken, her üçünün başmüzakereci kimliğiyle ilgili çizdiği çerçeve şöyleydi: "Seçilecek başmüzakereci, gece yarısı başbakana ulaşabilen, bakanlara dediğini yaptırabilen, Meclis'te de sözü dinlenen kişi olmalı..."
|