Economist'in Türkiye raporu
The Economist dergisi, her yıl yaptığı gibi, bu yıl da Türkiye raporunu yayınladı. Soli Özel, Ersin Özince ve Emre Alkin ile birlikte konuşmacı olarak katıldığım toplantıda bu raporu tartıştık. Toplantı "Avrupa Birliği Yolunda Türkiye Ekonomisi" adını taşımasına karşın, rapor ekonomik konulara az yer ayırmıştı. Türkiye'nin politik ve sosyal oluşumları, bunların AB üyeliğine etkileri, fazlaca üzerinde durulan hususlardı. Kanımca, ekonomik konulara fazla yer verilmemesinin altında belli bir gerçek yatıyordu. O da, Türkiye'nin AB ile ilgili ilişkilerinde ekonomik açıdan büyük güçlüklerle karşılaşmayacağı gerçeğiydi. AB ile geçmişteki ilişkilerimizde, ekonomik açıdan en önemli sorun yüksek enflasyon ve bunun ortaya çıkardığı tabloydu. Enflasyon sorunu halledilince, buna bağlı kamu borçluluğu, bütçe açıkları ve faiz farklılıkları gibi Maastrich kriterlerine uyum da bir ölçüde halledildi. Politik ve sosyal konuların ağırlığının hayli fazla olacağı müzakereler sürecinde Türkiye, bu kriterlere uyumu gerçekleştirebilir. Sorun çıkacağını zannetmiyorum. Economist'in raporu da bu gerçeği zımni olarak yansıtıyor. Sektörler açısından zorluklar Türkiye'den çok AB'yi ilgilendiriyor. Örneğin, tarım ve alt yapı gibi konularda AB'nin finansal desteği sağlanırsa sorun zaman içinde çözülür. AB, diğer üye ülkelere tam üyeliklerinden önce yaptığı gibi, bu konularda Türkiye'ye de eşit ve adil davranırsa, mali yardımları zamanında yaparsa uyum, sancısız gerçekleşir. Yok "para vermiyorum, finansmanı sen bul" derlerse uğraşır, dururuz. Müzakerelerde ve uyumda, ekonomi dışı konuların gündemde baş sıraları alacağı açık. Bunun dışında raporda eleştiri konusu yapılacak birçok nokta var. Bunlar ortaya konuldu. Eleştiriler sıralandı. Ancak, bizler karakter olarak bu tür yayın veya yaklaşımlarda karşı gördüğümüz konularda hemen müdafaya geçeriz. Kendimizi savunuruz. Karşı tarafın ne yanlışlar yaptığını gösteririz. Bu bizim geleneksel yaklaşımımızdır. Oysa, AB konusunda biraz daha büyük ve stratejik düşünmemiz gerekiyor. Biz, AB sisteminin ikinci büyük ülkesiyiz. Bunun anlamı, üye olduğumuz takdirde Türkiye Avrupa'yı yöneten ikinci ülke konumunda olacaktır. Almanya'dan sonra yönetimde söz sahibi biz olacağız. Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya gibi üye ülkelerden daha güçlü bir konumda bulunacağız. İşte bu nedenle, ileriye dönük uzun vadeli politikalar geliştirmeliyiz. Bunun başında AB çapında liderler yetiştirmemiz gerekiyor. Bu stratejiyi bilinçli bir politika izleyerek uygulayabiliriz. Yetenekli gençleri bulup, devlet adamlığına hazırlayabiliriz. Bunları AB'nin yönetim kademelerine bilinçli bir biçimde gönderebiliriz. Bu potansiyel bizde var. Ancak, uygulaması yok.
|