Sayıyla mı verdiler!
Sizin ülkeniz, 10 yılda, 80 yılda çok tekâmüle rağmen hâlâ "sayıyla mı verdiler" ülkesi. Kendinizin sayıldığını, hem bir sayı olarak, hem bir insan-vatandaş olarak sayıldığını sanıyorsunuz, ama "sayıyla mı verdiler... sayıyla mı öldüler... sayıyla mı kayboldular" ülkesindesiniz. Enflasyon endeksinin hesaplanmasını haklı olarak tartışanlar, malların sayısıyla, fiyatıyla çok ilgilenenler de burada yaşıyor. Bu ülkenin nüfusu hâlâ 65-70 milyon diye... En büyük kentinin nüfusu 10-15 milyon diye yuvarlanıyor. Yuvarlanan insanlar o kadar çok ki, siz şahsen var mısınız, yok musunuz, belirsiz.
Kızılay'ın "büyük deprem" sırasındaki genel başkanvekili Ertan Gönen, Vatan'da Devrim Sevimay'ın kurcalayan sorularına cevap verirken... "Yetersiz kaldık. Böyle büyük bir deprem beklenmiyordu. 1999 depreminde gerçek kayıp sayısı 35-40 bin arasında" diyor. Resmen 20 binin altına çekiştirilen "ölü ve kayıp sayısı" için bu rakamı veriyor. Oysa, böyle bir rakam bu ülkenin kayıtlarında yok. Bir ya da birçok yakınını kaybedenler, cesedini dahi kaybedenler "resmi sayı"nın içinde sanıyorlar kayıplarını. Hiç olmazsa "sayıldığını" zannediyorlar. Oysa, muhtemelen, bazısı bir ölü, bir kayıp olarak dahi resmen sayılmamış. Suçlulukla karışık resmi utanç, yok olanları bir kez daha yok etmiş. Binlerce ölü bir kez daha öldürülmüş. Varlıkları sadece yokluğa değil, hiçliğe dönüşmüş.
Batı'da ölüsü sayılmayanlar; yanı başındaki yoksulluklarda hiç sayılmayanları, Doğu'da, Güneydoğu'da bir gün birdenbire tek başına yahut toplu olarak kaybolanları, kaybedilenleri biraz olsun anlayabilir mi? "Bu toprağın altında" diye başlayan söylevlerimizin arasına, bu toprakta doğdukları halde, bir felaketle yahut bir davetle, bir alıp götürmeyle "burada, bir yerlerde toprağın altına girip" ne oldukları yıllarca merak edilmeyenlerin, "sayı" olarak dahi sayılmayanların hikâyesini de anlayabilir mi? Saklamak, gizlemek, yok etmek üstünde katmerleşmiş bir resmi kültürle merak etmemek, sormamak, sorgulamamak, boş vermek ve unutmak üstünde yuvarlanan bir popüler kültürde, "sayılmayan ölüler"e, "sayılmayan kayıplar"a bir yer bulunur mu? Ateşin düşüp yaktığı yerlerde herhalde hep hatırlanan "sayılmayan kayıplar" için, yakınları olmuş dudaklardan, kalplerden süzülen duaların uçup durduğu bir havayı soluyoruz hep birlikte, oysa. Havada "kayıp dualar", toprağın altında "kayıp kemikler"le, "sayıyla mı verdiler" düzeninin içinde sözde bir sürü şeyi sayıp duruyoruz.
Aslında bir "korku filmi"nin kakara-kikiri oyuncuları gibiyiz. Olmuşları olmamış gibi, ölmüşleri ölmemiş gibi, kayıpları kaybolmamış gibi kabul ede ede, "hayat devam ediyor ve devam eden hayatın içinde hayattayım işte" rahatlamasıyla, sonraki büyük ölüm ve kayıp randevularına dair de hiçbir tahayyül çıkaramıyoruz. "70 milyonluk koca ülkemiz"in bir ucunda, toprağı eşeleyip 10 küsur yıl önce kaybedilenlerinin kemiklerini bulmaya çabalayanlar... Diğer ucunda, kayıplarını, resmen sayılıp sayılmadığını bilmeden hatırlayanlar... Arada, elimizde uzaktan kumanda, biz oturuyoruz!
|