Yazılmayan yazı
"Felaket", kurbanlarından öte, izleyici için de sarsıcıdır elbette. Vicdanlarda bir kırık oluşur. Sonra, zamanla her şey yerli yerine oturmaya başlar. Göz ve kulaktan sular çekilmeye başladıkça, izlenen, üzüntü veren, yavaş yavaş vicdanlarda da buharlaşır. Evli evine, köylü köyüne. Oysa, insanın "hayat" üstüne kavrayışının tekamülü, duygularının ve düşüncelerinin bir "sarsıntı" vesilesiyle yeniden şekillenmesi mümkündür. İster, yüce bir inancın açtığı kapılardan uzanılan "tefekkür" olsun... İster, merak, kuşku, soru, bilgi zincirinde "bilinçlenme" olsun... İster, tepki, öfke, isyan cinsinden bir "başkaldırı kıpırtısı". Dünyaya, doğaya, insana, düzene, adalete dair bir duyarlılık sarsıntısı mümkündür.
Oysa; insanoğlu bir yanıyla azgın, bir yanıyla yorgun. Bir yanıyla kıpır kıpır, bir yanıyla donuk, uyuşuk. Bir yanıyla kendini, sınırları aştığını sanıyor, bir yanıyla kalıpların, gündelik olanın içinde tutsak. Bir yanıyla çok şey öğrendiğini, bildiğini, hissettiğini zannediyor, bir yanıyla penceresi kapalı, perdeleri çekili, derin bir uykuda. Bir yandan birey olarak her zamankinden fazla önemsendiği bir çağda yaşadığı zannında, bir yandan hiçbir şeyi değiştiremeyecek bir güçsüzlüğün sarmalında.
Bu Dipsiz Kuyu'da da, o çelişkiler yumağında, hemen hemen haftanın her günü birtakım kelimeler, cümleler dökülüyor. Şunu söyleyebilirim: Ana eksen; burada ve dünyanın her tarafında, "adalet"in ve "adalet duygusu"nun tesisi için, merak etme, öğrenme, bilgilenme ve bunu bir yolla ifade etme gayreti veya imkanı olanların yapmaya çalıştığıdır. Birtakım soruları sorabilme, birtakım bilgiler elde edebilme, bir değerlendirme yapabilme, bir şeyler ifade edebilme imkanlarını ve günlük yazı gibi müthiş bir kanalı... Şu dünyanın hakim ve güçlü eğilimleri... Genel geçer düşünceleri arasında kaybolmadan... Maddi, manevi, örgütlü yahut cemaatvari herhangi bir otoriteyi kerteriz almadan... Ha bire, ürkütülmeyecek kurbağa hesabı yapmadan... Dilini gündelik hesapların lisanı kılmadan... Sesi az çıkabilen, bastırılan, haksızlığa uğrayan, mağdur ve mazlum edilenlerin dünyasının farkında olma çabasıdır. Bu dünyanın, bütün keyiflere, tüm zenginliklere, alabildiğine rengarenkliğine rağmen, böyle bir yer de olduğunu unutmama, hatırlatma çabasıdır. O yüzden, kimileri açısından huysuz, sevimsiz, neşesiz düşünceler, cümleler, yazılar birbirini kovalar. Tsunami uyarısı meselesinden Kızıltepe'de öldürülen Uğur'a... Dışişleri Bakanı İsrail'deyken 8 Filistinli'nin tank atışıyla öldürülmesine ve bunun medyada neredeyse görülmemesine... İnançları yüzünden dışlanandan, hakim inançlara inançsızlığının bedelini ödeyenlere... "Terör kurbanı"ndan "terörle mücadele kurbanı"na... Dünyanın ve ülkenin lanetlisi sayılanlara kadar, yüreğim, aklım, bilgim, vicdanım elverdiğince, Dipsiz Kuyu'da yer olur.
Bunları; aslında, "Biliyor musunuz; şu dünyada, Birleşmiş Milletler'e göre, her dakika 29 bin çocuk, önlenebilir hastalıklar ve bulunabilir gıdaların yokluğundan ötürü ölüyor. Yılda 10 milyon çocuk. Üstelik, 10 Yeni Çocuk diyerek sıfırlarını atamayacağınız bir sayı. Ama elbette hiç umursamasak da, nedenleri üstüne hiç düşünmesek de olur" diye başlayabilecek bir yazıyı daha, en azından bugün yazmamak için yazdım!
|