kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
  » Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
    Aktüel Pazar
    Otomobil
    İşte İnsan
    Sinema
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Siyah-beyaz fotoğraftan yapılmış bir illüstrasyon: Said Nursi ve yeğeni Abdurrahman (1918).
'Eğer Said deliyse bu alemde akıllı adam yok'
31 Mart'ta beraat etti
'Bizi bir sivil toplum kuruluşu farz ediniz'
Yarın

Tımarhaneye yollandı

Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı.

Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu.
Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti.


'Eğer Said deliyse bu alemde akıllı adam yok'

Said Nursi 1907'de İstanbul'a gelip "Doğu'da büyük bir üniversite kurulsun" talebinde bulundu. Saray ise onu akıl hastanesine gönderdi. Hakkındaki rapor övgülerle doluydu!.

Çıkan kısmın özeti

Said Nursi, yedi çocuklu bir Kürt ailenin dördüncü çocuğu olarak 1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğdu. Kısa bir süre içinde zekâsının ve hafızasının çok güçlü olduğu ortaya çıktı. Dönemin 'medrese' adı verilen yerel eğitim kuruluşlarına devam etti. Medreselerde esas olarak dini bilgiler veriliyordu. Genç Said 'fotografik' hafızası sayesinde yıllar sürecek bir eğitim dönemini çok kısa bir sürede tamamladı. Deyim yerindeyse didişmekten hoşlanan, ateşli ve atılgan bir kişiliği vardı. En çok sevdiği şeylerden biri diğer mollalarla tartışmaktı. Delikanlı Said kendini dine ve bilime vermişti; kadınlarla hiç ilgilenmiyordu.

Dizinin dünkü bölümünde genç Said'i, Van Valisi Ömer Paşa'- nın konağında bırakmıştık. Daha sonra onu İşkodralı Tahir Paşa'nın konağında görüyoruz... Said zekasını ve üstün hafıza gücünü sadece dini kitaplara yöneltmiyordu. Ne bulursa okuyordu: Tarih, matematik, fizik, astronomi... Tartışmalarda kendi fikrinin doğru olduğunu göstermek için gerektiğinde bir coğrafya kitabını 24 saat içinde ezberine alıyordu! Artık 'Bediüzzaman' kelimesi, sadece eski hocasının taktığı bir isim olmaktan çıkmıştı. Çevreye yayılıyordu. Bu arada Said'in ilgisi siyasi konulara doğru kayıyordu. Mesela Van'dayken bir gazetede İngiliz Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone'un şöyle dediğini okumuştu: "Kuran ellerinde olduğu sürece Müslümanlar'a hakim olamayız. Ya Kuran'ı ortadan kaldırmalıyız ya da Müslümanlar'ı ondan soğutmalıyız." Bu ve benzeri haberler genç Said'i sinir ediyordu. Dinin inançla sınırlı kalmadığını, siyasi ve ekonomik bağlantılarının da olduğunu düşünmeye başlamıştı.

BATI'DAN FARKIMIZ NE?
Şimdi Said Nursi'nin hikayesine biraz ara verelim ve dönemin şartlarına kısaca bir göz atalım. 19'uncu yüzyıl başta İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin dünyaya yayıldığı, Afrika'dan Asya'ya sömürgeler oluşturduğu bir çağdı. Osmanlı İmparatorluğu girdiği savaşların çoğunu yitiriyor, sürekli geriliyordu. Devlette yapılan reformlar bu gerileyişi durduramıyordu. Birçok düşünen kişi şöyle bir mantık yürütmeye başlamıştı: Bizim Batı'dan farkımız ne? Esas nokta din farkı olamaz, çünkü o hep vardı. Batılılar bizi üstün silah gücü ve teçhizatla yeniyor. Peki bu silahlar bizde niye yok? Onlardaki fabrikalar bizde niye yok? Ve hepsinden önemlisi Batı'nın bilimi bizde niye yok? Uyanık zihinler gerileyişin ardındaki bilimsel, teknolojik, ekonomik nedenleri görebiliyordu.

MEDRESEDE FEN DERSİ
Yukarıda sözünü ettiğimiz bakış açısı Said'de de uyanmaya başlamıştı: "İmanımızı koruyalım, daha da güçlendirelim ama pozitif bilimleri de öğrenip uygulayalım." Peki bu nasıl yapılacaktı? Hele hele İmparatorluğun Doğu bölgeleri nasıl kalkınacaktı? Said, İstanbul'a gitmeye karar vermişti: Padişahın huzuruna çıkacak ve ona okullarda din dersi, medreselerde ise fen dersi okutulmasını teklif edecektir. Dediğini de yaptı. 1907'de, yani Meşrutiyet'in ilanından bir yıl önce İstanbul'a geldi. Bu seyahati destekleyen Bitlis Valisi Tahir Paşa, İkinci Abdülhamid'e bir mektup yazarak Said'in ülkesine, dinine bağlı, üstün meziyetleri olan bir kişi olduğunu bildirmişti. Delifişek Said, İstanbul sokaklarında yerel kıyafetiyle dolaşmakta, şivesiyle, belindeki hançeriyle ilgi çekmekteydi. Dönemin din alimlerini tartışmaya davet ederek... Ve bu tartışmalarda rakiplerini zor durumda bırakarak İstanbullular'ı şaşırtmıştı.

DOĞU'YA ÜNİVERSİTE
O vakitler insanların soyadı olmadığı için ona 'Said-i Kürdi' deniyordu. Yani: Kürt Said. Diğer bir lakabı da 'Said-i Meşhur'du. Said kafasına koyduğunu yaptı ve padişaha bir dilekçeyle başvurdu. Talepleri özetle şöyleydi: "Doğu geri kalmıştır... Anadolu'nun bu geri bölgesinde okullar açılmalı, buralarda dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmelidir." Bu dilekçede Said Nursi'nin büyük hayali olan bir 'Büyük Doğu Üniversitesi' fikrini görmekteyiz. Ancak Saray bu talebi ve davranışı hoş karşılamadı: "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" Gözaltına alınan Said Nursi, Üsküdar'daki Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk edildi! Ruh doktorunun sorularına Said kapsamlı bir cevap verdi. Niye öyle giyindiğini, niye böyle davrandığını, amacının ne olduğunu gayet net ve mantıklı bir biçimde açıkladı. Doktor Said Nursi'de hiçbir bozukluk bulamadı ve raporuna şöyle yazdı: "Eğer bu adam akıl hastasıysa, dünyada akıllı insan yoktur.

MEŞRUTİYET'E DESTEK
Bu arada aylar geçmişti. Dönemin aydınları, özellikle de modern okullarda yetişen subaylar, İkinci Abdülhamit'i Meşrutiyet'i ilan etmeye zorlamaktaydı. Nihayet 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Said Nursi de Meşrutiyet'ten yanaydı. Selanik'e giden Said, ünlü 'Hürriyet Meydanı'nda Meşrutiyet'i destekleyen bir nutuk atmıştı. Meşrutiyet'i İslam'a uygun buluyordu. Bu etkili nutuk 1910 yılında İstanbul'daki İkbal-i Millet Matbaası'nda basılmıştı. Said, İstanbul'da kaldığı sürede hem dini tartışmalara devam etti, hem de siyasetle yakından ilgilendi. Siyasetle dinin kesiştiği, sınırlarının belirsizleştiği en önemli olay '31 Mart Vakası'ydı. 'Tarih hızlanıyordu'! 31 Mart'ı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstanbul'un işgali ve Kurtuluş Savaşı gibi çağ değiştiren olaylar takip edecekti.

Emre AKÖZ- Nevzat ATAL

DİĞER GÜNDEM HABERLERİ
 'Kaplumbağa Terbiyecisi' 5 trilyona kamu hizmetinde
 Şampiyonun veda kulacı
 Avrupa'nın en iyi filmi 'Duvara Karşı'
 12 saatlik tepki konseri
 Çocuktan al mutluluğu
 Ercan Yalçınkaya için gizli organizasyon
 Bakü-Ceyhan için ölümden döndü
 İzmir Barosu'nda 'işkence' krizi
 Halterde, 'temiz eller' operasyonu
ERDAL ŞAFAK
"Yasak hemşerim" barikatları
Bir ülkede...
ÖMER LÜTFİ METE
Baş olma sevdası
Nicedir bazı ayrılıkçı kafalarının...
UMUR TALU
Hafızadan notlar
Dürüst olunması gerekiyorsa, şunlar...
ERGUN BABAHAN
Kuponlu iktidar
Doğru Yol Partisi eski genel başkan...
MEHMET ALTAN
Sükûnet..
Türk medyası, toplumun "balık...
İran'da sessiz kıyafet devrimi
ABD'li gazeteci: Vitrinleri batı markaları süslüyor. En çok izlenen...
'Önleyici saldırı' için hazırlanıyor
Beslan'daki okul baskını sonrası ülke savunma politikalarında sert...
Rövanşı var
Rövanşı var
Kendisine ve ailesine küfür edildiği için küplere binen F.Bahçe...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar | Arşiv | Ana Sayfa
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Üretim ve Tasarım   Merkez Bilgi Grubu