Mısır'da kabahat bizimkilerin
Kahire'ye giden Türk Heyeti'nin başına gelenleri, nasıl da işimize geldiği gibi yorumladığımız, gazete sayfalarında ayan beyan ortaya koyuldu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve heyette yer alan milletvekilleri, kendilerine reva görülen muameleyi demokrasi erdemine bağlamışlar. Nasıl bir alaka kurduklarını halen daha anlamış değilim? Hürriyet'ten bir yazar da bunların yaşadığı skandalın ucunu başka yerlere bağlamaya çalışmış. Yazı ve yorum bu ne perhiz bu ne lahana turşusu havasında. Gül ve AK Parti milletvekilleri Arapları seviyormuş ve bu hadiseden sevdikleri insanların ne mal olduklarını öğrenmeleri gerektiğini savunuyor. Daha ileri giderek, 'Bir gün Atatürk'ü anlayacaklar' mealinde yorumlar yapmış. Taş ocaklarında, Senfoni Orkestrası marifetiyle demokrasiye balans ayarı yapmakla, bu yaklaşımın ne farkı var? Halbuki hadisenin ayrıntısına bakınca bizimkilerin neden sıkıntı çektiği ortada. Yaser Arafat için düzenlenen merasime, nasıl şekilde iştirak edileceği önceden ilan edildi. Bu prosedüre uymayan, kuralları çiğneyen Türk Heyeti. Başbakan ve beraberindekilerin dışında başka bir uçakla Mısır'a gidenler uçağın kalkışından önce VIP olarak kabul edileceklerine dair mesaj almadan yola çıkmış, davetsiz misafir olmuşlar. Hak ettikleri muameleyi de görmüşler. Yani eleştirdiğimiz 'Arap brain, drain' tarzı bizimkilerde var, Mısırlılar'da değil. Hiç kuşkunuz olmasın, benzeri durum ABD'de aynı şekilde cereyan ederdi. Olayı demokrasiye, Araplara bağlayacak bir materyalde elde bulunmuyor. Eğer bu yorum yapan beylerin bazıları Arap ülkelerini gezmiş olsaydı, VIP olarak seyahat edenlere yönelik bazı uygulamaların Türkiye'den daha iyi olduğunu da biliyor olabilirlerdi. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkeler bu anlamda örnek gösterilebilir. Dolayısıyla 'Kötü millet olmaz, kötü insanlar olur' sözünü unutmamak gerekir.
Köşelerde Aynı Fıkralar Bayramda yazarların televole kültürünün uzantısı haline getirdikleri eğlenceli köşelerini, daha önce başka köşelerde çıkmış, internette birkaç tur atmış fıkralara teslim etmeleri şaşırtıcıydı. Ramazanda futbolcuların orucuna, oyun performansına, takımların kaybettikleri maçları oruca bağlayanlar işi bayramda eğlenceye dönüştürmeye çalıştılar, ancak Hürriyet'te çıkan iki röportaj onlara çok iyi cevap özelliği taşıyordu. Mısır'a değil biraz da kendi içimize bakalım. Galatasaray Teknik Direktörü George Hagi, 'Bence Hakan halen daha Türkiye'nin bir numaralı futbolcusu. Eğer konu gol atmaksa Necati de son üç maçtır gol atamıyor, ama Hakan'ın orucu gündeme getiriliyor.' açıklamasıyla tartışmalara ne derece yanlış yaklaşıldığını kendi cenahından ortaya koydu. Ergun Gürsoy'un konuyla ilgili fetvasına da bakılabilir. Beşiktaş Teknik Direktörü Del Bosque, 'Ramazan ayında bizim kulübümüz belki başka kulüplerden çok daha fazla saygılı davrandı. İsteyen futbolcuların hepsi orucunu tutabildi. Dikkat ediyorsanız bu dönemde içinde çok iyi sonuçlar aldık. Ama kötü sonuç alsaydık da ramazana bağlamazdık.' Özetle hem kendi değerlerimize, hem başkalarının önem atfettiklerine saygılı olmayı öğrenirsek, saygı görür, başarılı oluruz. Çamur atacak gerekçe aramadan, önce kendimize, kendi insanımıza doğru bakmasını bilmek zorundayız'. Ne Arabın yüzü, ne Şam'ın şekeri' yaklaşımını da ikinci sıraya itmeliyiz.
|