|
Bin senaryonun yazarı Bülent Oran'ı anmak
|
|
Bu toplum çok uzun bir süre hep birlikte görkemli bir rüya yaşadı. Kimileri ona 'Türk sineması' kimileri 'Ulusal sinema' diyor. Ama büyük çoğunluk için onun daha kısa bir adı var: Yeşilçam.
Yeşilçam denen "Sinema"mız kabaca 1950'lerde başladı, sayısı giderek artan ve yılda 200-250'ye ulaşan filmle, gerçek anlamda sanayileşemese de, dünyanın en çok üreten sinemalarından biri haline geldi. 1970'lerin sonlarına dek süren bu yaklaşık 30 yıllık dönemde binlerce film üretildi. Tüm bu filmler, dünya standartlarına uymayan kısacık yapım süreleri, hep birbirine benzeyen senaryoları, gerçek yaşamdan kopuk diyalogları, yapay oyunculukları ve teknik yetersizliklerine karşın bir mucize yarattılar. Kalabalık bir toplumu inanılmaz biçimde kendilerine bağladılar, onun 30 yıl boyunca en yakın arkadaşı oldular; ağlatıp güldürdüler, o yıllardaki büyük göç ve kentleşme serüvenine eşlik ettiler. Bunca filmin ardında görece olarak çok az sanatçı vardı. Bu binlerce film, aslında çok az sayıda insanın insanüstü çabası ve emeğiyle oluştu. O yüzden, dünyada benzeri görülmemiş biçimde yılda 10- 12 film çeken yönetmenler veya starlar, yılda iki düzine filmde gözüken karakter oyuncuları var oldu. Ve onların yanı sıra, "15 günde bir film" temposuyla bunca filme malzeme yetiştiren insanlar, o inanılmaz kalem emekçileri... Yani Bülent Oran'lar, Safa Önal'lar, Erdoğan Tünaş'lar, Fuat Özlüer'ler... Zaten hemen hepsi bu kadar...
MİZAHTAN GELEN SANATÇI Bülent Oran geçen hafta öldü. 81 yaşındaydı. Ardında bine yakın senaryo, birkaç mizah hikayeleri toplaması, yayınlanmamış bir senaryo tekniği çalışması ve daha birçok not, zengin bir film-kitap-dergi arşivi ve ömrünün sonlarında sıvandığı resimlerinden zengin bir koleksiyon bıraktı. Türk sineması onunla birlikte eşsiz bir kişilik ve bellek yitirdi. Bülent Oran, mizahçılıktan gelmişti senaryo yazarlığına... Şöyle demişti: "50 yıl senaryo yazabilmenin ardında mizahçı oluşum yatar." O filmlerden taşan deyişler, artık sinema tarihimizin malıdır. O duygusal, cafcaflı sözler... Örneğin şu Türkan Şoray- Cüneyt Arkın diyaloglarına bakın: -Ya uçağınız? - Gözleriniz bütün uçakları kaçırmaya değer!.. Ya da, - Ne o, ağlıyor musunuz? - Yoo, istasyonlarda hep kurum kaçar da gözlerime. Tüm bu sözler, sonradan alay konusu oldu, Oran da bundan nasibini aldı. Ama "Türk seyircisi filmi kulağıyla izler" diyen Oran, o sözlerle yıllar boyu Türk insanının özel duygusallığına ne kadar uygun düşmüştü! Bizler, dönemin hızlı sinema yazarları eski Yeşilçam'ı eleştirsek de, onu görmezden gelemedik. Ve 1973 yılında merhum Nezih Coş ve Engin Ayça arkadaşlarımla çıkardığım Yedinci Sanat dergisi için Bülent Oran'la uzun bir konuşma yaptık. Bu, onun sonraki yıllarda aydınlardan göreceği ilginin ilk işareti oldu.
GREGORY PECK'E BENZERDİ Bülent Oran, zeki, yaratıcı, bilgili ve yetenekli bir insandı. Talih onu sinemaya çekmeseydi, çok ünlü bir mizah yazarı olacağı kuşkusuzdu. Gençliğinde Gregory Peck'e olan benzerliğiyle baş rollere çıkan bir oyuncu olmuş, sonra senaryoda karar kılmıştı. Jacques Tati, Pietro Germi, Mario Monicelli gibi Akdenizli yönetmenleri usta bellemişti.Yıllar boyu, ayrım yapmaksızın tüm akımlara katkıda bulunmuştu: Ulusal sinema, fantastik filmler, milli sinema, İslami filmler, seks yapımları, arabesk, fotoroman... Belki en iyi çalışmaları, 1980'ler sonrasında TRT'nin kimi dizilerine yazdığı uzun senaryolardır: "Üç İstanbul", "Parmak Damgası", "Yaprak Dökümü" ve "Hacı Arif Bey". Sanırım bunlar en sahiplendiği eserleri arasındadır. Onca çabaya karşın, Antalya'da tek bir kez ödül almıştır: Esat Mahmut Karakurt uyarlaması "Ankara Ekspresi" ile... Bizler SİYAD olarak ona ilk ödül gecemizde ödül verdik. Ama bizzat alamadı: O yıl Hac'ca gitmiş, hacı olmuştu... Son eşi Ayşe Şasa ile birlikteliğinde gerçekten huzur bulmuştu. Bir gün şöyle demişti: "Ona bayağı kendimi verdim. O bir kadınerkek olayı değil, bir tutku olayı. Aşkın ve sevginin de ötesinde bir duygu." Tüm dostları arasında özellikle sevgili Ayşe'nin başı sağolsun... Sonraki tüm SİYAD gecelerimize geldi. Emek Sineması'nın en arka sırasında, yakın dostları, eski yönetmenler Sırrı Gültekin ve Mehmet Dinler'le birlikte oturur, töreni izlerdi. Allah ömür versin, onlar en iyi ve yakın dostlarıydı. Birkaç kez de Ayşe ile yaşadığı Gayrettepe'deki evlerine gitmiş ve koleksiyonuna şaşkınlıkla bakmıştım. Üstelik bu sadece bir kısmıydı; geri kalanı için ayrı bir dairesi vardı.
VEFA... SADECE BIR SEMT ADI MI? Onunla en son hastanedeyken telefonda konuştum. Ama sonra görüşemedik. Cenazesine de gidemedim, Diyarbakır'da idim. Ama uzaktan izledim: Onca senaryosuyla kariyerlerine onca katkıda bulunduğu ünlü yıldızlardan hemen hiçbiri yoktu. Arkasından da dört başı mamur bir yazı yazılmadı.Vefa, Zeki Müren'in dediği gibi, artık sadece İstanbul'da bir semtin adıydı galiba... Allahtan bir kitap var. Son dönemde Türk sinemasına olan büyük katkılarıyla dikkat çeken yazararaştırmacı İbrahim Türk'ün "Senaryo: Bülent Oran" adlı hacimli kitabı (Dergah Yayınları). Son yolculuğumda elimden düşmeyen bu kitap, çok başarılı bir çalışma. Bülent Oran'ı rahmetle ve şimdiden özlemle anarken, İbrahim Türk'ü de içtenlikle kutluyorum.
|