|
|
|
|
'Ölümle yaşam arasında o ince çizgide yürüdüm'
Irak'ta direnişçiler tarafından alıkonulan ve Müslüman olduğu için bırakılan SABAH muhabiri Zeynep Tuğrul, Telafer cehenneminden nasıl kurtulduğunu anlatıyor.
Misafir tutulduğumuz ev sıradan... Yanı başımızda Kalaşnikoflu, 15 yaşındaki direnişçi. Telafer'den sağ çıkabilmemiz için tek söz sahibi Emir. Ancak Emir'in öldüğü haberiyle sarsılıyoruz. Bizi bir odaya kilitlediler. Ardından ağzımızı bağladılar, yüzümüze maske geçirdiler. İşte yaşamla ölüm arasındaki ince çizgi bu olmalıydı... Arabalara bindirildik, yolculuğumuz 5 dakika sürdü. Yerin altına doğru ilerleyen bir odadan içeri sokulduk. Bana doğru bir ses yükseldi: "Arkanı dönüp oturursan, yüzündeki maskeyi çıkarabilirsin." Sakin olmaya çalışarak maskemi çıkardım. Yanımda gazeteci arkadaşımı, UNICEF'e çalıştığı için casus olmakla suçlanan Iraklı rehineyi görebiliyordum. Gözlerinde korku hakimdi. Bulunduğumuz yerde "Anne" diye hitap ettikleri bir kadının olduğunu anlamıştım. İçeride direnişçiler hararetle tartışıyordu. Birazdan başlayacak ABD saldırısına karşılık vermek için görev bölümü yapıyorlardı.
EL BOMBASI İLE BİRLİKTE Ertesi gün Telafer'den çıkmış, çöl yolunda Musul'a doğru ilerliyorduk. Arkamızda direnişçileri taşıyan 4 araba daha bizi takip ediyordu. "Telafer Emiri bizim kim olduğumuzu biliyordu. Şehit olmadan önce son vasiyeti bizim serbest bırakılmamızdı" sözlerim üzerine, adı Mubaşir olan mavi gözlü Türkmen, "Benim yüzüme iyice bak! Ben kime benziyorum" diye sordu, yanıt vermemi beklemeden ekledi: "Ben şehit olan Emir'in kardeşiyim. Yeni Emir, en azından kardeşim kadar iyi bir insandır." Arabada, bir süredir ayağıma çarpan şeyin el bombası olduğunu fark ettim. Sonunda çöl ortasında üç gözlü bir barakaya geldik. Mubaşir'in ayrılmasının ardından, barakanın sahibi yanımıza geldi. Vakti gelince hepimizi boğazlamaktan büyük zevk alacağını söyledi. Kendi aramızda "Bob" dediğimiz evin sahibine abdest alıp namaz kılmak istediğimi söylediğimde işler değişti. Bana ve arkadaşıma yandaki bedevi evlerinden yemekler getirildi. Vakit gece olmuştu...Yerlere serilen şiltelerin üzerinde uyuyabileceğimiz söylediler, her tarafta kocaman böcekler dolaşıyordu.
PALASKAYLA DÖVDÜLER Sabah arabalarla Yeni Emir'in evine gittik. Emir başka eve geçmişti. Bizim için işkence dolu saatler de böylece başlamış oldu. Arapça konuşan 6 adam, üçümüzü ayrı -ayrı odalara götürdü. İngilizce konuşan bir Arap, Irak'ta ne aradığımı sordu. Sürekli olarak casus olduğumu itiraf etmemi istedi. Başıma poşu geçirip gözlerimi ve ağzımı sıkıca bağladılar. İngilizce konuşan adam palaskayla koluma vurarak, "Casus olduğunu itiraf et kurtul" dedi. "Hayır, ben gazeteciyim" dedim. Tekrar dövmeye başladılar. Palaskayla ayaklarına ve kollarıma vuruyorlardı. "Şimdi bir şey söylemek ister misin" diye seslendiler. Kafamı sallayarak 'evet' dedim: "Benim sizin gibi insanlara söyleyebilecek artık tek bir kelimem bile yok." Yanındaki adam sinirlenerek bir kez daha vurdu, ancak diğeri İngilizce "Bu kız doğru söylüyor. Yeter kes" diye uyardı. Arap entarili bir adam Türkçe, "Zeynep sen Müslümansın ve gazetecisin. İnternetten bizle ilgili yaptığın haberleri gördük" dedi. Sabah da "Musul Türkmen Cephesi'ne gitmek istiyorum" deyince, Erbil'e götürdüler. Ertesi gün de Türkmen Cephesi'nin yardımıyla, 30 saat süren bir yolculukla Ankara'ya ulaşabildim.
Zeynep TUĞRUL /ANKARA
|
|
|
|
|
|
|
|
|