Tarihin sonu
1989'da yazdığı makalenin üstüne, 1992'de çıkardığı kitapla da, Francis Fukuyama "Tarihin sonu"nu ilan ettiğinde genellikle "makul" bulundu. Öyle ya, komünizm de çökmüş, liberal demokrasi, "İnsanoğlunun ideolojik evriminin nihai noktası, insan yönetimlerinin nihai ve evrenselleşmiş biçimi" olarak ortaya çıkmıştı. Elbette kendi içinde sorunları vardı ama, liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi, yıkıcı temel iç çelişkilerden azade tek ve nihai sistem olarak "tarihin sonu" idi.
O günden sonra, genel bir demokrasi ve barış havasında, dünyaya iyimser bir havanın yerleşmesi bekleniyordu ki... Kendilerini "tarihin sonu"nun nihai ve kesin iyi aktörleri olarak kabul edenler, bunu "evrensel" olarak da kabul ettirmek için, "tarihin sonunun gerisindeki" düşmanlar buldular. Piyasaya direnenler... Küreselleşmeyi beceremeyenler... Ve hepsinin neredeyse içine yuvarlandığı "terör", özel olarak da "İslami terör".
Tam "tarihin sonu"na gelmişken, hepimizden gözlerimizi, aklımızı, vicdanımızı, endişelerimizi sadece bu "tarih dışı" olanlara dikmemiz istendi. 11 Eylül 2001 saldırıları, bütün tarihi dehşetiyle, dünyayı sadece o tarihten itibaren algılamamız için gerekçe sayıldı... "Tarihin sonu" aynı zamanda, hafızamızın, arşivlerimizin, sebep-sonuç ilişkilerinin, hatırlamaların, tarihlerin... kısaca bizzat tarihin bilgisinin ve yorumun da sonu kılınmak istendi. Gündelik "haber verme, haber alma" ortamında, gündelik dertler ile teselliler ve mutluluk telaşları arasında, gündelik korkular ile bilmişlikler içinde, tarihten koparak düşünmeli, umut etmeli, korkmalı ve sevinmeliydik. "Kendinden menkul" kötüler vardı ve sanki damdan düşmüşlerdi!
Oysa "11 Eylül miladı"nın içine sıkıştığı şu Eylül dönümüne, dünyanın bir tarafında Şili'nin 11 Eylül'ü, bizim 12 Eylül'ümüz de düşmüştü mesela. Tüm beyaz sayfa telkinleri arasında, ne gariptir ki, Şilililer, tam 31 yıl sonra da olsa, o günlerde de "İyi"yi temsil ettiği iddiasındaki ABD'den cüretli darbeci generalin yargılanmasının yolunu açıyordu. Tarihsizleştirmeye, hafızasızlaştırmaya, unutmaya inatçı bir direniş işte! Bir dönem onlarca cinayetin, suikastın, katliamın ardından gelen, ABD'nin "bizim çocuklar" dediği "bizim darbeciler" içinse, geniş, hafızasız gönlümüzde itibarlı bir yer her daim mevcuttu.
"Tarihsizleştirme"nin asıl çarpıcı yanı da şuydu ki... Bugün ABD'yi yönetenler, bugün dünyaya "tarihin sonu"nun mutlaklığını ve "kendi iyileri"ni dayatmaya çalışanlar... O Şili darbesinin, o Türkiye darbesinin, şimdi yıktıkları Saddam'ın darbesinin, İran'a saldırısının, içerideki katliamlarının, şimdi "Şeytan" saydıkları Bin Ladin'in arkasındaki "tarihi şahsiyetler", onların "ideolojik mirasçıları". Neredeyse isim isim, neredeyse tüm ruhlarıyla. Güçlü parmaklar "çıplak kötü"yü gösterdiğinde, hep bir ağızdan "şeytan" diye bağırmak, bunamaktır. Asıl insani olan, unutmaya direnmek, "İyi"nin bagajındaki "Kötü"nün de farkında olmaktır. Eylül; tarihte yolculuğu, tarihi bizzat hafıza ve vicdan kılarak sürdürmeyi hatırlamak için münasip bir aydır!
|