kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Atina 2004
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cuma
    Cumartesi
  » Aktüel Pazar
    Otomobil
    Sinema
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Kyoto'da kiraz çiçekleri Seville'deki yaseminler
Kyoto'da kiraz çiçekleri Seville'deki yaseminler


Batı ya da Doğu'da, büyük şehirlerin kendi resmi ile iç içe, onunla maruf bir de oteli vardır. Bir de bunların özel odaları... Size sunulan anahtar sanki o odanın değil de bir hatıralar kutusunundur.

Otellerin; en iyisi, en kötüsü, hepsinin ortak bir dili vardır. Ketumdurlar. Size bakar, sizi dinler ama hiçbir şey anlatmazlar. Öyle ki bir tanıdığınız olsa bu otel, diyelim ki on yıl önce kaldınız, sizi sizin istediğiniz miktarda tanır, öyle anlatır. İşte o kadar. Gerisini unutmuş gibi yapar. Oysa her şey oradadır. O duvarların hafızasında... Belki de otellerin gizemi de budur. Neşeleri, hüzünleri, ayrılıkları, kavuşmaları... Hepsini kendi sinemanızda, kendi senaryonuzla oynatırsınız. Bir tek set değişmez: Otel. Ne zaman seyahat etsem araştırır, iki cins otelin peşine düşerim. İlki "old grand lady" denilen 18-19. yüzyıl otellerinin. İkincisi tarih ve gelenekle yoğrulmuş küçük otellerin. "Ne farkı var?" diyeceksiniz. Anlatayım. Old grand lady dediğimiz oteller, turizmin yeni filizlendiği dönemlerden kalma, güngörmüş kulüpler gibidir. Çoğu zaman aynı ya da benzer müşterileri olmuştur. Hatta buraları ev bellemiş, 20-30 yıl kalanlar da mevcuttur. Bu otellerin bir kısmı zamanla ekonomik ömürlerini tamamlasalar da kadirbilir toplumlar, onları elden çıkarmazlar. Bizim gibi "Yeni olsun da ne olursa olsun" toplumlarında bu tarz oteller de avucumuzun içinden kayıp gidiverdi. Cadde-i Kebir'deki Tokatlıyan, Tarabya'daki yazlık Tokatlıyan, Büyükdere'deki Bellevue ilk akla gelenler. Artık yoklar. Sanki Pera Palas orada mı? Ancak ismi ile... Oysa bugün her büyük şehrin, Batı ya da Doğu'da, kendi resmi ile içiçe, onunla maruf bir de oteli vardır. Bugün, örneğin, Raffles olmadan Singapur olur mu? Ya Peninsula olmadan Hong Kong, St. Regis'siz New York? Claridge's olmaksızın Londra ya da Plaza Athenee'yi çıkarın Paris olur mu? İşte bu oteller bulundukları coğrafya mozağinin vazgeçilmez renkleridir. Hem sosyal tarihinin hem de kent mimarisinin. İnsanları kendilerine çekmelerinin sırrı da buradadır zaten. Bu mütevazı, güngörmüş hanımefendilerin şıklığından etkilenmemek ne mümkün?

10.YÜZYIL'DAN KALMA BİR EV
Bir de bunların özel odaları vardır. İçinde şu kaldı, bu oldu odaları. Size sunulan anahtar sanki o odanın değil de bir hatıralar kutusunundur. Bir kere açtınız mı, odanızın ortasında, balkonunda, kıyısında envai çeşit hologram boy gösterecek, biraz daha öne geçip tiradını okumak için can atacaktır. Zaten ömürleri de o kadardır. Gelelim ikinci fasla. Küçücük oteller, butik diyoruz ya şimdi. İşte onlar. Gerçekten baştan çıkartıcı olabilirler. Benim favorim Kyoto'dadır. Geleneksel Japon-hanı tabir olunan Ryokan'ların takımadalardaki en güzel örneğidir: Hiiragiya. 25-30 irice odadan mürekkep bir 17. yüzyıl evi olan bu otel, açıldığı günden beri aynı ailenin elinde işletilmektedir. Bir talih Kawabata'nın odasında kaldım. Nobel ödüllü ünlü yazarın "Hüzün ve Güzellik" adlı eseri için bu odada aralıklarla 2-3 ay kaldığı olurmuş. Geleneksel mahalli hayatı sürdürebileceğiniz Hiirigiya'nın sadece mimarisi değil, mutfağının da sizi başka bir aleme atacağından emin olabilirsiniz. O kayar kağıt duvarlar, ıhlamur ağacından mamul küvet. Bahçe ile odanın ilişkisi, kiraz çiçekleri... Sadece turistler için değil, artık bu eski hayattan uzaklaşan ama özlemle keşfe çıkan Japonlar için bile karşı konulmaz. Biliyor musunuz; tam, "işte bu küçük oteller tahtında Hiiragiya oturuyor" derken, iki yıl önce tesadüfen Seville'de bir yemeğe davet olundum. Şehrin merkezine araba ile yarım saat mesafede. Bazen bir şey görürsünüz ya, kayıtsız kalamayacağınız... İşte Hacienda Benazuza, bunlardan. Buradaki sükun dolu güzellik her göreni çarpıyor. Ne yaptım ettimse iki yıl zorla sabrettim. Geçen ay yolum tekrar Seville'e düştüğünde artık nerede kalacağımı biliyordum. Hadi itiraf edeyim: Hacienda Benazuza'da kalmak için bir Seville gezisi icad ettim. Burası 10. yüzyıldan kalma bir "ev". O zamandan beri Benazuza Kontu'na ait olan ev, mimarisinin ona verdiği cazibe ile de yetinmemiş. 2000 yılında yapılan bir anlaşma ile otel mutfağını Ferran Adria'ya teslim etmiş. Hatırlayacaksınız. El Bulli Restaurant'ın sahibi olan bu İspanyol, New York Times da dahil olmak üzere dünyanın dört bir tarafında en iyi aşçı olarak tavaf olunuyor. Dolayısıyla Hacienda Benazuza'nın El Bulli Hotel-Resorts'a dahil oluşunun nasıl bir çekim yarattığı izahtan vareste. Otelin iddialı lokantası Alqueria'da servis olunan menü, bir "Ferran Adria klasiği". Toplam 44 oda ve suitten mürekkep otelin belki de en hoş tarafı her müşteriye kaçacak kişisel kovuklar sunuşu. Gündüz vakti neredeyse kimseyi görmüyorsunuz. Akşamla birlikte içiçe geçmiş avlulardan, sümbül teber ve portakal çiçeği rayihalarının arasından geçerek sanat eserleri ve antikalarla bezeli bara geliyorsunuz. Burası orijinal mimarisi içinde değerlendirilmiş bir mekan. Yaklaşık altı metre yükseklikte. Bir ucunda bilardo ve puro salonu, diğer ucunda ise bar mevcud. O denli ince bir zevkle döşenmiş ki! Türkiye'de turizm yatırımı yapacak herkesin bir kez görmeden işe başlamaması gerekir diye düşünüyorum. Odalara girdiğinizde ne koktuğunu bulmaya çalışıyorsunuz. Beyhude. Endülüs gecelerinin kokusu yasemin mi? Kimbilir? Oda hizmetlileri, behçenin gerilerinde yerleşik limon ağaçlarının, yeşil mandalina ve portakal çiçeklerini topluyorlar. Ütü odasına getiriyorlar. O rayihanın ütülenen ketenlere transferini sağlıyorlar. Siz uyurken yavaş yavaş tebahür etsinler diye... Rüyalarınıza kadar!
DİĞER HOBİ HABERLERİ
 Çocukların resimlerdeki dünyaları
 Sıradışı filmler İstanbul'a geliyor
 Müslüman olmak ne demek?
 İstanbul'da kalbimi bıraktım
 Kampüslerin dilini anlatan kitap
 Uçmanın alternatifi yok
 Kantin piyasa vaat eder
 Kapadokya ve Girit buluşması
 Fenerbahçe Şenliği bitti Haliç Şenliği başlıyor
 Kerala'da tekne seyahati
 Her keseye uygun uçak
 Şimdi Cunda çok moda
 Cehennem Topçu'nun savaş anıları
 Basının tutkulu sinema yazarları
 Olimpiyatların altın kadınları
 İşte Gökyüzünün Yıldızları
 Arzın merkezine yolculuk: Alaska
 New England'da sonbahar
 Denizlerin yeni devi Athena
    Aktüel Pazar Yazarlar
    Güncel
  » Hobi
    Röportaj
    Gurme
    İyi Yaşa
ÖNCEL ÖZİÇER
İnan da nasıl inanırsan inan!
Bu memlekette yaşayan...
GÜNTAY ŞİMŞEK
Havayolu medyası
Uçakta insanların hoşça vakit...
FİKRET AYDEMİR
Siz Hangi Ligdensiniz?
Türkiye 'zina' üzerinden hangi...
YASEMİN TAŞKIN
Medeniyetler Çatışması
İtalya'nın...
STELYO BERBERAKİS
Eylül ayı Ağustos oldu
Olimpiyatlar'ın ardından Mikonos...
REFİK DURBAŞ
Dikili'de "barış" festivali
Türk-Yunan dostluğuna zemin...
Güzelliğe hormon dopingi
Güzelliğe hormon dopingi
Östrojen hormonunun yetersizliği kadında bazı sağlık sorunları...
Beş yıldızlı golf sahaları
Beş yıldızlı golf sahaları
G Golf bir dünya sporu. Sahaları ise uzman mimarlar tarafından...
Ünlü edebiyatçılarımızın eşleri kocalarından daha renkliymiş
1954 yılında ünlü edebiyatçıların eşleriyle görüşen Türkolog Sermet...
Zina suç mudur, değil midir yatağımızdaki düşman kim?
Evliler kadar bekarları da düşündüren "zina" tartışması toplumu ikiye...
Kızların mikrokredi mucizesi
Diyarbakırlı on çocuklu, dar gelirli bir ailenin en büyükleri olan Hatun ve...
Genç bir kızın kaleminden uyuşturucu
Aysu Şuben henüz 18 yaşında bir lise öğrencisi. Bazı yaşıtları uyuşturucuya...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Bilgi ve Yaşam | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.