Güçsüz halkların en uzun yüzyılı (I)
Dünya düzeninin bir değer sistemi temelinde ve bu değerlere göre kurulmuş kurumların gözetiminde işlemesi güçsüzler için bir koruma mekanizmasıdır. Kuşkusuz denilecektir ki, dünya ne zaman tam olarak değer sistemine göre işledi? Değerleri yaşatmak üzere kurulmuş kurumlar tam olarak ezilenlerden yana yer aldı mı? Eğer güçsüzlerin yaşadıkları topraklarda güçlülerin işine yarayacak petrol ve benzeri bir zenginlik yoksa, hangi güç odağı zor durumdaki güçsüz bir halkın yardımına koştu? Bunlar doğru.. Fakat yine de güçsüz halkların hak arama mücadelesi adına ne yapılabildiyse, dünyanın bir değer sistemi temelinde işleyen kısımları ve buna inananlar sayesinde oldu. Bu nedenle dünya düzeninin siyasi değerlere dayanması ve devletlerarası ilişkileri bu değerler bağlamında gözetleyen kurumların olması, insanlık için "olmazsa olmaz" bir gerekliliktir. Çeşitli aksaklıklarına ve yüzlerce konuda tökezlemesine rağmen böyle bir düzen 11 Eylül olaylarına kadar işledi. 11 Eylül ise, eğer Soğuk Savaş'ı Üçüncü Dünya Savaşı olarak kabul edersek, Dördüncü Dünya Savaşı'nın başlaması anlamına geldi. Ulus-devlet'lerin kurulduğu zaman diliminden bu yana kurallara dayanan bir düzen altında yaşama fikri konusunda her gün biraz daha mesafe kat eden insanlık, tam bir "u" dönüşüne zorlandı. Ve tarihin en acımasız yol ayrımı yeniden ortaya çıkarıldı. Bir tarafa güvenlik kaygıları, öbür tarafa değerler, kurallar, haklar ve özgürlükler yerleştirildi. Önce Batılı olmayan etnik unsurlardan gelen insanların bu özgürlükleri Batı değerleri ve kurumları aleyhine kullandığı imajı yaygınlaştırıldı. Batı kurum ve değerlerinin büyük tehdit altında olduğu, bunları korumak için "hak ve özgürlükler düzeni"nden geriye gidilebileceği tartışması yapıldı. Evrensel nitelik kazanmış değerleri ve kurumları yeniden Batı'nın özel malı gibi algılama ve dünyanın geri kalanını bunlar için tehdit olarak görme refleksi süratle pek çok yere nüfuz etti. Yeni bir olgu olarak ortaya çıkan "küresel terör" dalgasının yarattığı büyük tehlike de, "hak ve özgürlükler düzeni"nin "güvenlik" gerekçesiyle kısıtlanması gerektiğini düşünenlere büyük koz verdi. Her terör eylemi, bir yandan Batı dışındakileri "ötekileştirme" veya "barbar" statüsüne yerleştirme çabalarını hızlandırdı, öte yandan da yüzyıllara dayanan mücadeleler sonunda kazanılmış "hak ve özgürlükler düzeni"nin zedelenmesine yol açtı. Bu durumun dünya üzerinde yeni güç savaşlarını tetiklediği de açıktır. Dünyada bilinen güç odaklarının yanı sıra yepyeni bir güç odağı olarak "küresel terör"ün ortaya çıkması ve bunun kullandığı "asimetrik savaş" yöntemi, bilinen statik düzenden farklı, yeni bir döneme girilebileceğinin işaretlerini vermektedir. Bu nedenle bir yandan gerçek terörün ürettiği istikrarsızlaştırma dinamikleri, öbür yandan terörle gerçekten savaşmanın doğurduğu yeni kaos dönemi ve bunlara ek olarak da, terör bahane edilerek yapılan güç savaşları, kuralsızlık ve düzensizliğin ayak sesleridir. Bu ortamda hak ve özgürlük mücadelesi veren güçsüz halkların yepyeni bir tarih dönemecinden geçtiği söylenmelidir. Güçsüz halklar için "en uzun yüzyıl" başlamıştır...
|