Nükleer İran
ABD Irak'a savaş açıp işgal ettikten sonra sıranın İran ve Suriye'ye geldiğine inanan çoktu. Irak'ta ABD'nin her şeyi yüzüne gözüne bulaştırması, daha orayı denetim altına alamaması bu kaygıları en azından şimdilik yatıştırdı. Üstelik ABD, İran'ın en güçlü hasmını yok ederek bu ülkeye Körfez bölgesinde tartışmasız hegemon olma yolunu da açtı. Bush yönetimi Afganistan savaşında kendisine çok yardım etmiş olan İran'daki yönetime Irak savaşı öncesinde kötü bir oyun oynadı. ABD Başkanı'nın 2002 Ocak ayında bir şer ekseninden dem vurması ve bu eksene İran'ı dahil etmesi, Cumhurbaşkanı Hatemi'ye ciddi bir darbe vurdu. Dünyayla uzlaşarak İran'ı uluslararası sisteme döndürmek isteyen, uygarlıklar diyalogundan dem vuran, içeride de daha özgürlükçü bir ortamı kurma çabaları içindeki Hatemi ve arkadaşları mevzi kaybetti. Yumuşama siyasetinin ABD için anlamsız olduğunu, Afganistan'daki yardımların bile nankörce unutulduğunu söyleyen sertlik yanlısı muhafazakâr mollalar gücü ele geçirdi. Aynı dönemde, aralarında Usame Bin Ladin'in oğlunun da bulunduğu el-Kaide mensuplarını, İran rejimiyle savaşan Halkın Mücahitleri örgütünden bazı eylemcilerle değiştirme planları da yapılıyordu. ABD son anda bu takastan vazgeçti. Bu değişikliğin de ardında İran ile her türlü uzlaşmaya karşı, İsrail'e yakın duran, Reagan döneminde de İran-Kontra skandalına karışmış bazı isimlerin bulunduğu anlaşıldı. İran'daki sertlik yanlıları iktidarı ilk ele geçirdiklerinde sıranın İran'a gelebileceği korkusu taşıyordu. Buna bağlı olarak İran'ın nükleer enerji programının denetime açılması konusunda AB'nin üç büyükleriyle bir anlaşma yaptı. Neredeyse anlaşmanın mürekkebi kurumadan da İran sözünden döndü, nükleer silah üretimine gidecek yolda adımlar attı. 1-3 yıl arasında nükleer silaha sahip olacağı tahmin ediliyor. İran'ın uzun menzilli füze üretiminin de başlamasıyla İsrail'le karşılıklı söz düellosu da başladı. İsrail önalıcı müdahaleye gidebileceğini sürekli ima ederken, İran da iki hafta önce bu hakkını saklı tuttuğunu açıkladı. ABD dış politikasını oluşturanlar arasında uzun zamandır İran konusunda keskin görüş ayrılıkları var. Bu ayrılıklar ABD'nin İran'a yönelik olarak tutarlı ve sürekliliği olan bir siyaset üretebilmesini de engelliyor. Dünkü Financial Times gazetesinde bu konuda çok kapsamlı bir yazısı çıkan Ellen Laipson, İran'ın niteliklerini doğru tespit ediyor. "Ortadoğu'daki pivot ülkelerden biri olarak İran kendi mahallesinde doğal bir hegemon, İslam dünyasında güçlü bir ses ve petrol kaynaklarını, etkisini ve insani sermayesini doğru kullandığı taktirde küresel sahnede potansiyel bir orta büyüklükte güçtür". Irak üzerinde de büyük etkisi olan böylesi bir güce, yalnızca nükleer silahlanma konusuyla sınırlı bir siyaset izlenemeyeceğini yazan Laipson, ABD'nin "İran'a yönelik daha kapsamlı siyaset üretmemenin alternatif maliyetini daha iyi düşünmesi" gerektiğini ekliyor. ABD-İran arasında ekonomik ve kültürel bağların yeniden kurulmasında yarar görüyor. ABD'nin böyle bir siyasete geçmesi kolay görünmüyor. Gerginliğin sürmesi İran'ın nükleer güç olmaya yönelik iradesini de güçlendirecektir. Böyle bir gidiş ise İsrail ile İran arasında bir çatışmayı gündeme getirir. Nükleer silaha sahip bir İran'ın Türkiye açısından pek arzulanır olmadığı düşünülürse, AB'nin diplomatik çabalarına destek vermenin yolları aranmalıdır.
|