|
|
|
|
|
Cephe bu kez yanlarında değil
|
|
Gerek siyasette, gerekse ürün ve hizmet iletişiminde algılamayı doğru yönetmezseniz, sizi zor günler bekler. Bunun için cephe oluşturmak şarttır. Cephe ise ancak, istişare, ikna ve ittifaklarla oluşur. Kendiliğinden değil.
YÖK yasa tasarısı etrafında koparılan fırtınada AK Parti'nin yalnız kalıyor gibi görünmesi, tipik bir iletişim meselesidir. AK Parti'nin ne kadar haklı olup olmadığı gündem dışına itilmiştir. Yaratılmak istenen algılama, AK Parti'nin bu yasa ile İmam Hatipli'leri üniversitelere, oradan da devletin yönetim kadrolarına doldurmak istediği yolundadır. Nihai hedefin ise, uzun vadede Cumhuriyetin temel ilkelerini sarsıcı bir stratejiyi hayata geçirmek olduğu iddia edilmektedir. Bu senaryonun ne kadar geçerli olduğunu tartışmak değil ama AK Parti'nin iletişimini nasıl yönettiği, ilgi odağımızdadır.
Yiğidi öldürüp hakkını yememek gerekir. Başkan Yardımcısı Murat Mercan'ın 'doğal bir iletişim dehası' gibi gördüğü Sayın Başbakan, 'Doktorların iğne yapmasını bilmediği', 'Gazetecilerin okuma yazmasının olmadığı' şeklindeki küçük dil sürçmeleri dışında, bugüne kadar iletişim konusunda kendisinden önceki pek çok başbakana parmak ısırtacak bir maharet göstermiştir. Kendisinin hayli şanslı olduğu da söylenir. Kurak bir halde devraldığı İstanbul'u onun döneminde sular seller götürmesi, barajların dolup taşması; Meclis'in onun arzusu hilafına K. Irak'a asker göndermeyi reddetmesinin oluşturduğu hayırlı sonuç; Kıbrıs'ta, onun her iki tarafta da 'evet'den yana olmasına rağmen, 'evet-hayır' çıkmasının yarattığı avantajlı pozisyon, şansına örnek olarak gösterilir.
AK Parti büyük bir ilişki ve iletişim atağı ile YÖK'den çok daha çelişkili ve zor bir sorunda, Kıbrıs konusunda, geniş tabanlı bir cephe oluşturmayı başarmıştır. Oysa aynı başarıyı YÖK konusunda tekrarladığından söz edilemez. Tam tersine. AK Parti'nin iletişim taktisyenleri, karşılarında geniş ve güçlü bir cephenin şekillenmesine seyirci kaldılar. Oysa Erkan Mumcu'nun Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlattığı tartışma, ikna ve kazan kazan ilişkisi tesisi çalışmaları sürdürülseydi, bugün 'diş mi attıracağız, yoksa bir süre için de olsa geri mi çekileceğiz' ikilemi ile karşı karşıya kalmazlardı. Sadece matematik çoğunluğa ve iktidar erkine dayanarak değişimi gerçekleştirmeye çalışmanın içinde bulunduğumuz ortamda geçerli olmadığını en iyi Sayın Başbakan'ın bildiğini sanıyorum.
Yerel seçimler sonrasında yaptığı açıklamalar, onun bu olgunluğa eriştiğine işaret ediyordu. Geriye tek akıllı yol kalıyor. Komisyondan Meclis'e inecek tasarıyı Meclisin 'normal' gündemine almak. Böylece en az 6 ay zaman kazanmak. Bu zaman içinde çok iyi başardıkları iletişim atağını devreye sokmak. 'İstişare, ikna, ittifaklar' üçlemesini harekete geçirerek istedikleri geniş tabanlı cepheyi oluşturmak. Sonra da gerekli son rötuşları yaparak tasarıyı yasalaştırmak. Yoksa sihir bozulacak. Başbakan'ın sık sık kullandığı ifade ile 'kazan kazan' ilişkisi tesisi yerine, iki testi çarpışacak. Birinden biri kırılsa da öteki çatlayacak. Sonunda herkes kaybedecek.
|
|
|
|
|
|
|
|
|