kapat
29.11.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL



HINCAL ULUÇ


Sonunda taksiler de bozuldu..

Londra'da en çok taksileri sevdiğimi eski okurlarım bilirler.. Kaç kez yazdım.. Bir oda gibi dizayn edilmiştir, İngiliz taksi arabaları.. İki büklüm olmadan iner binersiniz. İtiş tıkış değil, dört kişi dört ayrı koltukta karşılıklı oturursunuz..

Dünya tatlısı tonton bir de şöför vardır.. Gideceğiniz adresi söylersiniz. Oraya giden bütün yolları bilir. Biri tıkalı ise, ötekileri dener. Binerken "Merhaba" der, inerken teşekkürlerle uğurlar.. dı.. Tüm bu cümlelerin arkasına bir "..dı" koymak gerek.. Londra bozuluyor.. Kentin akla sığmaz pisliğini, en ünlü caddesi Oxford'un nasıl bir genel küllük haline geldiğini anlatmıştım yıllar önce..

Bu defa baktım taksiler de bozulmuş..

İmparatorluğun yüzyıllar boyu sömürdüğü ülkelerden İngiliz pasaportu ile gelen Asyalılar'ın intikamı diyorlar buna.. New York gibi, Londra'da da taksiler bu Asyalı mafyanın eline geçiyor birer birer.

Eski tontonlar, İngiliz centilmenleri yok.. Kibarlık sona ermiş. Direksiyonda sizi dövmeye hazır gibi görünen biri var.

En kötüsü artık yol bilmiyorlar..

Bindiğim dört taksiden üçü verdiğim adresi bilmiyordu.

Pirelli cidden harika bir program yapmış.. Uçaktan indik.. Beni Hüseyin karşıladı. Kafileden ayrılıp bir saat Özer'e uğradık. Yorgunluk kahvesi içmek için.. Otele geldim. Akşam altı.. Odam hazır değil.. Bre aman, otellerde odalar bilemedin birde falan boşalır.. Özürler, mözürler.. Kızdım tabii.. Uçak yorgunluğu.. Bir saat ayaklarımı uzatmam gerek. Çünkü gece dolu..

Neyse "Buyrun" dediler 10 dakika sonra.. Çıktım.. Ne odası.. Bir kral dairesi vermişler, gecikmeyi affettirmek için... İngiliz usulü özür dileme böyle oluyor demek. Masada kocaman bir meyve sepeti ve Fransız şarabı.. Yanında Otel Genel Meneceri'nin el yazısı ile bir not "Sizi üzdüğümüz için özür dileriz.."

Carlton Tower'ı hem de nasıl affettim tabii..

Cole Porter'in en ünlü müzikallerinden, müzikaller çağının klasiklerinden Anything Goes'da yerlerimiz ayrılmış.. Royal Drury Lane Tiyatrosu'nda muhteşem bir gece.. Nasıl güzeldi.. Nasıl hoşuma gitti.. Bu yüzden oyunu birinci perdenin sonunda terkedip, karşıdaki barda bizi beklemeye giden meslektaşlarımın adlarını yazmayacağım.. Ben de onları bağışlıyorum.

Çıktık.. Yağmur çiseliyor. Tiyatro çıkışı, hele yağmur da varsa, taksi bulmak dünyanın en zor işi.. Önceden telefonla sipariş vermek gerek. Yapmamışız. Biraz ıslandık. Aklıma geldi. Covent Garden Sofra hemen orada.. Sığındık, telefonla taksi çağırdık..

Hakkasan'a gidiyoruz..

Hakkasan Londra'nın son zamanlarda en trendi yeri.. Herkesin ağzında.. Yer bulmak mümkün değilmiş..

Çin Lokantasıymış.. Sahibi İtalyan'mış.. Eşi, ya da sevgilisi Türk'müş.. Falan filan..

Bindik taksiye.. Asyalı, kirli sakallı bir delikanlı.. "Hakkasan" dedik.. Suratından belli.. Hayatında ilk defa duyuyor. Adresi verdim, yanında oturuyorum ya.. Onu da ilk defa duyuyor.. Bre aman, bu nasıl Londra şöförü.. Arabasında artık o çok yaygın navigatör aleti de yok.. Yani minik bir bilgisayar ekranı. Üzerinde kent planı. Olduğunuz yeri yazıyorsunuz, bir de gideceğiniz yeri. Alet sizi kent planı üzerinde sokak sokak götürüyor.

Telsizle merkezi buldu bizim şöför. Adresi verdi. Bu defa radyolu bir bilgisayar devreye girdi. Sesli emirler veriyor.. "100 yard ilerden sola dön.. İlerle.. Sağa yanaş.. 50 yard sonra sağa dön.. Dön dedim dönmedin.. Yanlış yoldasın.. Mümkün olan ilk yerde U dönüşü yap. Sonra 900 yard sonra sola döneceksin.."

Bizim şöför oralı değil. Hatırladı galiba.. Ama onun gittiği yolun sonu barikatlarla kesildi. Bush geliyor, önlem diye Londra'nın canına okunmuş. Bir yığın yol kesik.. Sonunda gene radyoya döndük ve nerdeyse bir saat dolandıktan sonra şöför bizi bir yerde indirdi.. "Şurdan yürüyün" diye.. Yollar kapalıymış burada.. Çaresiz indik.. Git Allah git.. Vardık ki, kapının önü araba dolu..

Bunca zaman kaybetmenin neye mal olduğunu da içerde anladık.

"Saat 23.00" dedi şef.. "Bu saatte mutfak kapanır. Ne kaldı ise önünüze koyarız. Ortadan yersiniz.."

Londra'nın en trendi, en pahalı lokantası ve biz ortaya ne konursa oradan yiyeceğiz artık..

Bakın.. Yemekler felaketti.. Lokanta daha da felaket.. Ben bu kadar kötü yeri çok az gördüm..

Bir hapishanenin yemekhanesi gibi.. Her yan parmaklık. Ortada tahta masalar uzun uzun.. Herkes ayni masanın etrafına çöküyor.. Örtü, peçete falan yok.. Tam dingonun ahırı.. Yetmezmiş gibi, bir de 110 desibel disko müziği..

Yahu bu nasıl Çin..

Hayatımın en felaket yemeğiydi.. Yaşadığım sürece unutmam.. Ertesi gün öğle yemeği için bir İtalyan lokantasına gidiliyordu. Kulağıma çalındı ki, Hakkasan'ın patronlarınınmış burası da.. "Aman ha.." dedim.. "Aman ha.." Ayrıldım kafileden.. Bindim bir taksiye.. Geldim Özer'e.. Keyfim de nasıl geri geldi..

Bu Londra gezisi hikayeleri de burada bitti..

Teşekkürler Atilla.. Teşekkürler Melda, derken Pirellicilere, aklıma son bir not geldi..

Hani dünyanın en ünlü kadınlarının seks fantezilerini fotoğraflamış, sonra da bilgisayarla karıştırıp, eritip anlaşılmaz hale getirmişti ya, meşhur fotoğrafçı Nick Knight..

Atilla'ya dedim ki, takvimi gösterip...

"Bak sayfaların arkası boş.. Buralara, bilgisayarda bozulmamış orijinal fotoğrafları bassalardı da, millet nereden nereye gelinmiş görseydi olmaz mıydı?.."

Güldü Atilla.. "O zaman takvimin esas tarafını asan çıkar mıydı sence?.."

Basketbol yayınında bir felaket ki!..
Sky Türk bu felaket basketbol spikerini çok mu aradı?.. İsmet Badem yanında oturup bas bas bağıran, bir de üstelik saçmalayan çaylağa nasıl tahammül ediyor?.

Ülker maçını izlerken basketboldan nefret ettim. Yahu radyoda anlatır gibi bağıra çağıra maç anlatma rezilliğine hadi futbolda tahammül ediyoruz. Çünkü futbol nispeten yavaş. Arada "Es"ler oluyor. Basket öyle değil ki.. Dünyanın en hızlı takım sporu ve bu çaylak gördüğü ve de bizim gördüğümüz herşeyi anlatmaya fena halde meraklı olduğu için nefes alacak boşluk bırakmadan bağırıyor Allah bağırıyor. Basketbolü bilmiyor, saçmalıyor.. İbrahim Kutluay'ı bile tanımıyor. Kenarda oturuyor İbo.. Bizimki adını bağırıyor.

Ben bu kadar çığlık atarak basket maçı anlatana hayatımda rastlamadım. Ertesi gün Efes maçında kafamız dinlenecek gibiydi. Bir gün evvel öyle bağırmış ki sesi kısılmış, düşünebiliyor musunuz?. Ama bu defa da İsmet Badem coştu. Yorumculuğu bırakıp amigoluğa başladı.. "Fırla.. Zıpla.. Soldan dal.. Hızlı.. Yavaş.." Hadi İsmet şirinlik yaptığını sanıyor.. Bir daha yapmaz İnşallah..

Ama sesi kısılan çaylak.. Vallahi sadece bizim evde "Sesin kısılsın" diye öyle beddualar edildi ki, tutmuştur herhalde..

Bu ülkede gayet iyi basketbol anlatıcıları varken, bu felaketi ekrana getirmenin anlamı nedir bilmem..

Belli ki, Sky Türk yöneticilerinin hiçbiri basket maçı izlemiyor. İzleseler, beşinci dakika dolmadan kapıya koyarlardı.

****

Aslında bu ülkede kendi yayınını izleyen yönetici az. İzleseler..

Mesela.. Maçla ilgili teknik bilgilerin devamlı ekranda kaldığı köşenin üzerine kendi logolarının gelmesine ve milletin durmadan küfür etmesine tahammül ederler mi?. Kanal D maç yayınlıyor. Skoru ve zamanı gösteren yazının üzeri Kanal D yazısı ile kapalı.. Lig TV Maç yayınlıyor. Uzatma süresini gösteren yazıyı göremiyorsunuz, çünkü üzerinde Coca Cola reklamı var devamlı..

TRT'nin hemen her canlı spor yayınında bu örtüşme gelenek haline geldi. Kendi spor servisleri bile rahatsız olmuyor. Pes.. Nöbetçi yayın müdürleri ne işe yarar?. Yahu ekranda dört köşe var. Herbirini bir köşeye almak çok mu zor!..

Lig TV bir ayıba daha başladı. Maçı canlı yayında anlatan spiker, arada reklam spotları okuyor.. Olacak şey mi?. Para herşey mi?.. RTÜK bu işe ne diyor?.. Peki ya o sunucu.. Böyle bir emri uygulamayı nasıl kabul ediyor?. İnsanın mesleğine saygısı yok mu?.. Ben şimdi bu yazının her paragrafı arasına Lig TV spikeri gibi reklam spotları koyup, para kazansam olur mu?. O yazı okunur mu?.

Seyircinin sinirleri ile birlikte konsantrasyonu da bozuluyor. Yayıncılık anlayışımızın titizlikle elden geçmesi gerek.. Seyirciye saygı.. Temel bu olmalı..

İngiliz Siyaseti..
Londra'nın dört bir yanında IRA bombaları patlıyordu. Hem de belli hedeflere değil, halkın gittiği yerlere.. Diskolar, restoranlar, metrolar..

Herkes Londra'ya gidiyor, tıkır tıkır maçlarını oynuyordu.. İstanbul'da bomba patlayınca, yeri yerinden oynattılar..

****

Terörle mücadele diye 50 bin İngiliz gencini, düzenin "d" sinin kalmadığı, savaş alanı, ölümün kol gezdiği Irak'a gönderdiler..

Şimdi 20 tanesini İstanbul'a göndermiyor ve sözüm ona mücadele ettikleri, savaş açtıkları teröre en büyük ödünü veriyorlar.

****

Chelsea'nin futbolcuları iyi aile çocukları.. Aman ha.. Ya İstanbul'da korkar, psikolojileri bozulursa..

O zaman Irak'a yolladığınız 50 bin genç, ne çocuğu Bay Blair?..

BİZİM DUVAR
Vitaminli simit çıkıyormuş.

Desenize dargelirlinin can simidi olacak.

Ünal Turgut

TEBESSÜM
Fıkra Serdar Gençer'den

Nasrettin Hoca göle maya çalıyormuş. Oradan geçen Temel, Hoca'yı görüp sormuş "Hocam ne yapıyorsun?"

"Göle maya çalıyorum."

"Hocam ne yapacaksın o kadar yoğurdu?"

SEVDİĞİM LAFLAR
Ayna, insanın yüzünü yansıtır. Gerçekte kim olduğu ise seçtiği arkadaşlardan anlaşılır.

İncil, Ünlü Sözler 27


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
hibe destekler

Sarı Sayfalar
GreenCard
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır