kapat
22.09.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ
limasollu
TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL



GREENCARD

Bir kasabaya film ekibiyle gelen heyecan

Vizontele-Tuuba'nın çekimleri dolu dizgin sürüyor. Sadece film çekilmiyor, kasabanın orta yerine de düşüyor. Hayata dokunuyor, kamera arkasından hikaye üstüne hikaye çıkıyor...

Helal olsun sinemaya gönül, emek ve yürek verenlere

Selam olsun sabır gösterenlere...

Alkışlar olsun "sinema çölü Türkiye"de film yapma cesaretinde bulunanlara!

Gönüllerine çiçek yağsın sinema çilesi çekenlere...

Tuttuğu altın ola sinema kahrını sürdürenlere...

Ama...

Yuh olsun, gözleri yaş dolsun sinemaya düşman olanlara!..

Ve...

Sinema, gittiği her yere hayat götürür; "kaldığı sürede" hayat bayram olur!

Çünkü, sinema bir şenliktir.. Yaşasın sinema...

Evet, evet.. Az sonra okumaya başlayacağınız ve yarın sona erecek yazının ana fikri, anayasası(!) bu! Aslında, satırların sonunda olması gerekirdi belki ama unuturum(!) diye baştan söylemek istedim.

Kim ne derse desin, sinema zor zenaat kardeşim. Ama bir o kadar da muhteşem...

İşte, gittik, gördük, geldik...

Ve karınca kararınca belgesini, bilgisini sunmak istiyorum!

Huzurlarınızda, Vizontele-Tuuba'nın, kamera önü, arkası ve özellikle de "bir film gelen" kasabası...

32 saat tekmil-i birden hikayesi...

Bu haftasonu, bir avuç arkadaş.. Can'ıyla, Metin'i, Ümit'i, Ahmet'i, Cengiz'iyle... Yılmaz Erdoğan'a ve kadim dostu Necati Akpınar'a..

Ve dahi Vizontele-Tuuba'yla ünlenen filmin setindeki kamera önü ve arkasındaki "dostlar ordusu"na konuk olduk...

Tam 32 saat kaldık, filmde 32 saniye görünecek bir sahnenin çekimini izleyip döndük.! Yani 32 saat içinde, sadece 32 saniye görünecek bir plan çekilebildi...

Şaka yapmıyorum..

Boşuna "anafikir"den sözedip "sinema zor zenaat ve kahır mesleğidir" deyip durmadık.

FİLM İÇİNDE FİLM...
Çünkü, o 32 saniyelik planın, sadece çekim hazırlıkları, yani ışığıdır, provasıdır, yağmur kaçağıdır, beklemesidir, tekrarıdır, objektif değişikliğidir, film takmasıdır (dekoruna, kostümüne, şusuna, buşuna verilen emeği bir yana) saatler saatler sürerse-hele hele en zor ve kalabalık sahnelerden biri çekiliyorsa ve de film büyük beklentiler taşıyorsa, filmin hikayecisi, senaristi, yönetmeni, oyuncusu, masalcısı, anlatıcısı, patronu, neşe kaynağı, kısacası, herşeyi olan Yılmaz Erdoğan, titizliğinin doruğuna çıkıyorsa- tabii ki binbir plan görmek üzere heveslenen biz de avucumuzu yalarız...

Ama işte...

Sinema da böyle bir şey...

Dehşetli coşkuların olduğu gibi, büyük zorlukların, büyük acıların mesleği..

Bir dakika gösterilecek bir sahne, sinemacının ömründen 1000 dakika götürür...

Bizse, koltuklarımıza kurulur sadece izleriz bir 100 dakika...

Kemal Burkay'ın o muhteşem "Gülümse" şiirindeki, "Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur, anılarda, iklim değişir, Akdeniz olur, gülümse" dizelerini hatırlamanın tam sırası..

Çünkü, hikayemiz, biraz Van'ın bir kasabasına, Gevaş'ına, "bir film ekibinin ikinci kez gelişi"ne dairdir... Kalanı da filmin rahmine...

Yani, hikaye içinde hikaye, film içinde film, şaka içinde şaka vardır...

Evet, evet şakası da boldur kamera arkasının..

Baksanıza şu hatırata Allahaşkına...

Yüzlerce kişiden oluşan bir figüran ordusu.. Sadece, Gevaş ya da Van'dan değil, Yılmaz'ın Hakkari'sinden de otobüsler dolusu insanlar taşınıyor sete..

Ve sadece insan değil, hayvanlar da... Tavuk da, merkep de, inekler de..

Bazen yarım saniye, bazen iki saniye görünecekler.

Sonra da tabii ki emeklerinin karşılığını alacaklar..

Oğlu ve eşeğiyle filmde "rol" kapan figüran, "vezne"nin önünde sıraya girmiştir. Figüran başına sözgelişi "dört lira" verilmesi kararlaştırılmıştır.

Vizontele-Tuuba'nın mali görevlisi parayı uzatır..

- Dört sana, dört oğluna, eşeğe de iki lira.. Buyur babacım..

Adam parayı alır almasına ve geçer bir kenara ama..

Bir ara, (birkaç saat sonra tabii ki) Yılmaz'ın "boş" anını yakalayıp yaklaşır yanına.. "Eşeğe az olmadı mı Yılmazım?"

Yılmaz, ne diyeceğini bilemez; gülümser ve cebinden şakayla karışık bir kelime bırakır oracıkta..

- Peki ne yapak, değiştirek o halde Halo Dayı.. Dört oğluna, dört eşeğe, iki de sana!

Bir şaka daha...

Filme yansıyacak, sinema salonu, başkanın, kasaba ahalisinin ve film kahramanlarının ev ve dükkanları ve de devletin daireleri Gevaş'ın banliyösünde(!) birkaç dönümlük araziye kurulmuştur... (Genel Sanat Yönetmeni Yaşar Kartoğlu ve ekibinin altı ay süren hummalı ve muhteşem çalışması sonucu..)

SAHİCİ DEKORLAR!
Bir de ayniyle vaki PTT binası vardır... Yanında marketi, benzin istasyonu manavı da.. Bu arada dışarıdan "kadın berberi" olduğu görülen ama aslında "kamera önü"ne geçecek tüm ekibin makyajının yapıldığı kuaför...

Ama demek ki, tüm bu dekorlar o kadar sahicidir ki...

Ve o kadar Gevaş'ın bir parçası haline gelmiştir ki..

Askerdeki oğluna mektup atmak isteyen mi istersin, hatta figürasyondan kimilerinin dekor-marketten "Samsun" sigarası satın almak isteyen mi, saçını başını yaptırmak için kuaförden randevu almak isteyen mi?

Bir de tabii ki filmin bir karesinde ya da bir saniyesinde görüneceğinin garantisini alıp da kapağı Yeşilçam'a atmak isteyen "artist heveslisi" Gevaşlılar mı...

DENİZ KIZI
Aslında bu "şaka gibi" durumlardan birine ben de tanık oluyorum...

Setin bir köşesinde, oturmuşum..

Figürasyon da sırasını, yani "rol"ünü bekliyor... Filmin panayır sahnesine başlanacak, senaryodaki duruma uygun "kasabalı kahramanlar" da, esnafı, hacısı, hocası, genci, yaşlısı, çadırdaki "deniz kızı"nı izlemek için yanıp tutuşuyor.. (Bu arada deniz kızı rolü, Deniz Akkaya'ya nasip oluyor...)

Derken, "şişe dibi" gözlüğü, sıkı saçlarıyla sahiden de çok hoş bir film yüzü oluveren ve Vizontele-Tuuba'da "çıkıkçı" olarak izleyeceğimiz (Vizontele'de de vardı) Gevaşlı Abdülbaki geliyor yanıma... Biraz keyifsizdir, soruyorum, anlatıyor bir çırpıda..

- Vizontele'de çok repliğim vardı... Burada halen iki kelime konuşmadım.. Çok istiyorum... Yılmaz abeme bir iki kez söyledim... Benim için yazsın iki cümle şuracıkta diye.. Dur bakalım bir umut bekliyorum.. Ama çekimler bitiyor, yazılmadı hâlâ..

- Niye çok istiyorsun?

- Ne yapayım çok seviyorum, bir de oyunculukta iyiyim vallah.. Olmak da isterim.. Birincisinde çok dikkat çekmiştim.. Herkes beğendi.. Niye olmasın? Karakter oyunculuğuyla Yeşilçam'a girerim, kendime güveniyorum.

KONUK OYUNCULAR
Biz de dahil olmak üzere bir ayı bulan çekimler boyunca Yılmaz'ın misafirleri hiç eksik olmamış Gevaş'ta... Misafir olarak gelenlerin bir kısmı "misafir figüran" da oluyor bazen.. İşte Halit Kıvanç abimiz. (Tesadüf bu ya aynı uçakta geldik. Bir sunum nedeniyle eşi Bülbin Hanım'la üç dört gün Van'da) Mümkün mü seti ziyaret etmemesi.. Ve pek niyetli bir karede, bir saniye görünmeye.. Yılmaz'ın da çok hoşuna gidiyor tabii. Ama biz oradayken Halit Abi'nin planı çekilememişti henüz.. Galiba siz şu satırları okurken "Halit Kıvanç'lı saniyeler kayda geçiriliyor olacak...

Neyse, bu arada Ata Demirer'in de Vizontele-Tuuba'da "konuk oyuncu" olduğunu öğreniyoruz... "Panayır"ın çam sakızı çoban armağan dağıtan kutucusu rolünde...

Evet, şimdi haberler...

Sezen Aksu geçen hafta Gevaş'taydı... Hem son albümünün klibini çekmek hem de final şarkısını yazacağı Vizontele-Tuuba'nın setinde "dost sofrası"na katılmak için..

Ara Güler de, günlerce kaldığı sette "Bin Ara Güler fotoğrafı" çekip durmuş.. Birkaç ay sonra açılacak "Vizontele-Tuuba" sergisi için...

Yani özetle, Vizontele Tuuba'nın masalı Yılmaz Erdoğan'dan, final şarkısı Sezen Aksu'dan, müziği, Kardeş Türküler'den, sergisi Ara Güler'den; şakayla ama daha çok dostlukla karalamaya çalıştığımız izlenimleri de bizden!...

Nebil ÖZGENTÜRK


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Destek Paketi
Sarı Sayfalar
GreenCard


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır