kapat
04.07.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

EMRE AKÖZ


Türk kendine tahammül edemez

Geçen yıl Kaş'taki Kale Köy'e gitmiştik. Oraya otomobille ulaşmak mümkün değildi. Ya toprak yoldan yürüyeceksin ya da tekneye bineceksin...

Kale'de kalırken gördük Örneğin İngiltere'den iş adamları, profesyonel yöneticiler filan burayı çok tutuyordu. Biz oradayken Kanadalı bir diplomat da vardı.

Bu kişiler esas olarak zihinlerini kullanarak çalışıyor. Yılboyu 'iletişim'in tam göbeğindeler Toplantılar, tartışmalar, karar üstüne karar almalar; telefon, faks, e-posta, TV...

Sonuç Tatilde zihinlerini dinlendirmek istiyorlar. TV izlemiyor, gazete okumuyorlar. Hatta bazıları cep telefonlarının kapsama alanı dışındaki bölgeleri tercih ediyor. Çünkü ceptel demek, ulaşılır olmak demek... Her an bir konuda karar ve talimat vermesi gerekebiliyor. İşte mümkün olduğu kadar bundan kaçıyorlar.

Kale'yi andıran başka sakin, izole yerler de var Ege ve Akdeniz sahillerinde. Buralarda daha çok yabancılara rastlıyorsunuz. Tek de olsalar, çift de; fark etmiyor. Yemek ve yüzme haricinde yaptıkları hep aynı şey Tuğla kalınlığında kitaplar okumak...

Ya Türkler?

Türkler arasında kitaba dalan pek az... Geçenlerde burada yazmıştık, tarihçi İlber Ortaylı'nın da dediği gibi biz okumak yerine 'vıdı vıdı' konuşmayı tercih ediyoruz.

Bu durum aynı zamanda şu anlama geliyor Kendi kendimize tahammül edemiyoruz. Kendimizi dış dünyaya kapatamıyoruz. Düşüncelerimizle ve duygularımızla baş başa kalmaktan hoşlanmıyoruz. Kendi başına kalmak ortalama bir Türk için kabus anlamına geliyor. Anında sıkılıyor!

Gün boyu sohbet etmeden, dedikodu yapmadan; geceleri de harala gürele eğlenmeden geçirilmiş bir tatile Türkler tatil demiyor. Paralarını boşa harcamış gibi hissediyorlar.

Bu yüzden sözünü ettiğim sakin ve izole yerlerden Türkler hiç hoşlanmıyor. Peki bu tip yerlere hiç mi gitmiyorlar? Gidiyorlar elbette ama moda olduğu için, 'in' olduğu için gidiyorlar.

Zengin ya da orta sınıftan olması fark etmiyor... Türkler sürekli birbirini kolluyor "Bu yaz neresi revaçta?.. Tatilde nerede görünmeliyim?.. Fırsat çıkarsa kimlerle konuşmalıyım?.. Kente döndüğümde anlatacak ne tür hikayelerim olmalı?.."

Dolayısıyla ortalama bir Türk tatilde denize girmeyi değil, güneşlenmeyi önemsiyor. Çünkü yanık bir ten esaslı bir tatilin işareti sayılıyor. Deniz pismiş, temizmiş onun için fark etmiyor. 'Sıcakladığında', bunaldığında serinleyecek bir havuz olsun yeter.

Neyse... Lafı fazla uzatmayalım. Durum anlaşıldı herhalde...

Bu cipler nereye gitti?
Son yıllarda cip moda oldu. Otomobilini değiştirenler, üzerine bir miktar daha ekleyip cip alıyor. İstanbul trafiğinde sürüyle cip var. Kimi dev gibi, kimi küçük...

Bursa-İzmir üzerinden Muğla'ya doğru gidiyoruz... Birden fark ettim O ana kadar yüzlerce araç görmüştük. Ne var ki bunların pek azı cipti. Gidiş yönünde sadece 3 cibe rastladık. Birkaç tane de karşı taraftan geldi. O kadar! Halbuki 34 (İstanbul) plakalı sayısız araç görmüştük.

Şimdi cip sahipleri arasında bir anket yapsak... Birçoğu, "Cibi tercih ettim çünkü şehir dışına gidiyoruz... Dört çeker güven veriyor... Toprak yolda dahi kolayca ilerliyoruz" gibilerden laflar edecektir.

Vallahi yalan! Bunların toprakla, doğayla moğayla hiçbir alakası yok. Bütün dertleri "Cibim var" demek, sağa sola göstermek. Yoksa onca 34 plakalı aracın arasında ciddi miktarda cip olması gerekirdi.

Cibi tercih eden İstanbullular'ı bir noktada haklı görürüm Sokaklar çukur dolu.

Zeytinyağı faslı
Evden uzaktayız ya... İlk iki gün kahvaltıda tereyağına hücum ettik. Sonra kendimizi frenledik. Masada o güzelim zeytinyağı dururken, tereyağına ne gerek var?

Hemen operasyona giriştik. Küçük bir tabak ya da minik bir kaseyi alacaksın... İçine iki çay kaşığı kadar kekik, zevke göre bir ya da iki çay kaşığı da kırmızı pul biber koyacaksın.... Bu karışıma bir miktar zeytinyağı ekleyeceksin... Sonra da ekmeğini banarak yiyeceksin.

Hatırlıyorum... Bundan 10 yıl kadar önce Komili'nin reklamlarıyla değişti zeytinyağıyla ilişkimiz. Daha önce salatadan öteye geçemiyordu zeytinyağı. O reklamlar katı yağların ve çiçek yağının egemenliğini kırdı. Artık birçok kişi pilavı bile zeytinyağı ile yapıyor.

Biliyorum Zeytinyağı tüketimimiz hâlã çok düşük seviyede gidiyor.

Pazarlama konusunda henüz yeterli değiliz. Örneğin biz İtalyanlar'a, İspanyollar'a satıyoruz; onlar dünyaya pazarlıyor.

Bugün cuma... Günaydın Extra'ya isli (füme) yiyecek ve içecekleri yazdım. Denememiş olanlar meraklanacaktır. Onlara bu zeytinyağı faslını da tavsiye ederim. Unutmayın Biraz kekik, biraz biberle...

RUSLAR SICAK DENİZLERE İNDİ
Bir ara "Çin'den 100 binlerce turist gelecek" diye bir palavra sıkılmıştı. Çinliler gelmedi ama Ruslar geliyor. Vahşi kapitalizmdi, mafyaydı filan derken Rusya'da iyi para kazanan bir kesim oluştu. Komünizm döneminde Karadeniz sahillerine kadar gelebilen Ruslar, artık özledikleri sıcak denizlere iniyorlar. Dalyan-Marmaris civarında nereye gitsek Rus turistlere rastlıyoruz. Tatil köylerinde de vatandaşlarını eğlendirsin diye Rus animatörler çalışıyor. Hülya Avşar boşuna, "Büyüdüğünde kızımın Rusça öğrenmesini sağlayacağım" dememiş!


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, Bilgin Elektronik Yayıncılık ve İletişim A.Ş. - Tüm hakları saklıdır