kapat
24.06.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

'Kötü'yle savaşı dayatıyorlar

Neo-Con'lar, 11 Eylül türü saldırılar karşısında demokrasilerin çaresiz kalabileceğini kanıtladılar. Şimdi Irak Savaşı'ndan sonra 'kötü' rejimlerin yıkılması gerektiğini dünyaya dayatıyorlar

Yazılı hiçbir eser bırakmamış olan Socrate'ı ölümsüzlüğe taşıyan öğrencisi Eflatun olmuştu. Socrate ve Eflatun ekolünün günümüzdeki uzantısı Leo Strauss'ın 20'nci yüzyılın en büyük düşünürleri arasına girmesini sağlayan da öğrencisi ve asistanı Allan Bloom oldu.

Bir başka deyişle, Neo-Con'ların çok azı Leo Strauss'u dinleyerek, derslerini izleyerek vizyonlarını geliştirdiler.

Oysa Allan Bloon öyle miydi? Düşündüklerini yalın bir dille, "pat" diye söyler, düşünsel bütünlüğü ve tutarlılığıyla, açıklığıyla kendisini dinleyenleri, yani öğrencilerini büyülerdi.

Allan Bloon da Şikago Üniversitesi'nde ders veriyordu. Leo Strauss'un yanında pişmişti. Son derece üst düzeyde bir aydındı. Yakın dostu, ünlü romancı Saul Bellow, 2000 yılında yayınladığı "Ravelstein" adlı eserinde ondan esinlenmişti. Romanın kahramanı Bloom'du.

SOLA YÜKLENDİ
Bloom 1987'de kaleme aldığı "Amerikan Düşüncesinde Kapanış" adlı kitabında değer yargılarını şöyle anlattığı üniversite çevrelerine yükleniyordu "Her şey kültür oldu. Uyuşturucu kültürü, sokak çeteleri kültürü, rock kültürü... Hiçbir ayırım yapmadan böylece uzayıp gidiyor kültür listesi. Özetle, kültürün çöküşü kültür oldu."

Bloom'u yakından izleyen Fransız düşünür Jean-François Revel şöyle diyor "Siyaseten doğruluk adına her kültür aynı ağırlıkta değerli veya önemli duruma geldi. Bloom, Avrupa kökenli olmayan, çoğu özgürlükleri kısıtlayıcı nitelikte ve aynı zamanda Batı kültürüne düşmanlık ölçüsünde karşı çıkan, hiçbir açıdan onun üstünlüğünü kabul etmeyen kültürleri benimsemeye hazır öğrenci ve öğretim üyesi çevrelerini sorguluyor..."

Kültürler arasında ayırım gözetmemenin sonucu ne mi oldu? İşte Bloom'un çizdiği tablo "Farklı kültürler arasındaki değerler hiyerarşisi kayboldu. Uyuşturucu kullanma kültürü ile klasik yapıtları okuma kültürü arasında bir değer farkı kalmayınca, doğal olarak kültürün de herhangi bir değeri kalmadı."

Bundan sonrasını da Bloom'un tespitlerine dikkate değer bir yorum getiren Ahmet İnsel anlatsın

ASIL DEVRİMCİ BİZİZ'
"İyi ve Kötü, Doğru ve Yanlış, Güzel ve Çirkin arasında bir fark gözetmeyen, her şeyi aynı düzeyde kültür değerleri olarak gören bir toplum, ancak kültürün tükendiği bir toplum olabilir. Siyaseten doğruluk ilkesi, tüm kültürleri eşit düzeyde ve değerde kabul ettiği için, demokrasi ve özgürlük aleyhtarı kültürleri de Batı uygarlığının değerleriyle eş önemde görmeye başladı. Bu ise Batı uygarlığının ürünü olan demokrasi, bireysel özgürlükler gibi ilkelerin savunulmasını imkansız duruma getirmesinin yanı sıra, Batı'nın kendi kendini çok sert biçimde eleştirmeye zorlayan yeni bir durum yarattı. Böyle bir durumda örneğin Doğu ve İyi güçsüz, Yanlış ve Kötü ise güçlü duruma gelebiliyordu.

Strauss'çulara, yani Bloom ve onu izleyen Neo-Con'lar'a göre, 'Siyaseten doğru' yaklaşımı, sadece ABD'de değil, dış siyasette de 'Demokrasi ve Özgürlükler Cephesi'ni güçsüz duruma getirdi."

Söze yine Ahmet İnsel'le devam edelim "Neo-Con'lar ABD'nin yeni dış siyasetinin Kötü ve İyi mutlaklığı üstünde yeniden biçimlendirilmesi için çalışmaya 1990'larda, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra daha süyük önem verdiler. Üstelik bu fikirleriyle 'Siyaseten doğru' yaklaşımının güçlü biçimde yerleştiği ABD üniversitelerinde pek fazla tutunamadıkları için, çoğu thint thank kuruluşlarında, gazete ve dergilerde, Pentagon'da ve devlet kadrolarınde yer almak zorunda kalmışlardı. Bu konumlarını yeni güç politikası oluşturmak için bir avantaj olarak kullandılar.

Neo-Con'ların ideologlarından David Brooks bu akım içinde yaygın bir inancı dile getirirken, temsil ettiği düşünce sisteminin asıl rakibinin Amerikan solunun seçkinleri olduğunu belirtiyordu. Brooks'a göre, Neo-Con'lar ile sol seçkinler arasında önemli bir fark var. Sol seçkinler toplumsal düzene karşı mücadele ettiklerini söylerken, aslında hiçbir şey yapmıyorlar, çünkü bu düzenden belki de en fazla yararlananlar onlar. Asıl devrimci olanlar ise, bu toplumsal düzeni değiştirmek isteyen ve bunun için her türlü girişimi meşru gören Neo-Con'lar.

Neo-Con'lar uluslararası hukuk temelinde inşa edilmiş devletlerarası ilişkiler düzeninin de, toplumsal sorumluluk ilkesi üstüne kurulu sosyal güvenlik sisteminin de, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine dayanan toplumsal uzlaşmanın da yıkılmasını istiyorlar. Yerlerine de hiyerarşi, otorite, aile, dini değerler, bireysel çaba ve sorumluluk gibi ABD'nin kuruluşundaki geleneksel kültürel değerlere dönüşle harmanlanmış bir muhafazakar-liberal sentezin getirilmesini savunuyorlar.

Bu sentez bilgi, kültür, siyaset ve sanat alanlarındaki ölçülerin göreli olduğunu, bunların bir üst ölçünün türevlerini oluşturmadığını iddia eden Postmodernizm'e karşı cephede yer alıyor. Modern öncesi geleneğe değil, 19'uncu yüzyıl ortasında biçimlenmiş Amerikan modernliğine dönüşü öneriyorlar.

HÜKMETMEK İSTİYORLAR
Öneriyorlar demek aslında niyetlerini anlatmaya yeterli değil. Çünkü, İyi, Doğru ve Güzel'in mutlak anahtarlarının kendilerinde olduğuna iman ederek, insanlığa bunu dayatmayı tasarlıyorlar.

Neo-Con'lar yeni bir kültürel ve siyasal sömürgeciliğin meşruiyet kılıfı işlevini görüyor. Ve bu işlevi önümüzdeki dönemde daha da fazla üstlenmeye hazırlanıyor.

Bu açıdan ele alınınca, Neo-Con ideolojisinin modernlik içinde bir tür devrim olduğu elbette söylenebilir. Önceki devrimler genellikle kendileri dışında gelişen bir kaos ortamından yararlanarak iktidarı ele geçirirken, Neo-Con'lar kaos yaratarak dünya üzerindeki egemenliklerinin kurumlarını oluşturmayı hedefliyorlar."

Lenin'den, Troçki'den bu yana böylesine "devrimci" beyinler herhalde dünyaya gelmedi. Yaratıcılıkları sayesinde Demokrat Parti'ye yakın merkez ve merkez sol aydınları zaman içinde tecrit etmeyi, siyaset sahnesini biçimlendirecek fikirlerin doğduğu çevrelerde ağırlıklı konuma gelmeyi başardılar.

BOŞLUĞU DOLDURDULAR
Elbette bu sonuçta ya da başarıda Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra sol aydın çevrelerdeki moral çöküşle gelen başdöndürücü entelektüel boşluğun da önemli bir payı vardı. Leo Strauss'un öğrencileri, yani Neo-Con'lar da zaten böyle bir boşluğun doğacağını görmüş ve yıllar önce hazırlıklarını ona göre yapmışlardı.

Berlin Duvarı'nın yıkılması onların haklılıklarını kanıtladı. 11 Eylül 2001 terör saldırıları "tiranlıklar"ın tehditleri karşısında demokrasilerin çaresiz kalabileceği iddialarının doğruluğunu kanıtladı. Şimdi Irak Savaşı'ndan sonra "Kötü" rejimlerin yıkılabileceği ve yıkılması gerektiği dersini dünyaya dayatmaya hazırlanıyorlar.

Neo-Con'lar dünyasında yolculuğun sonuna geldik. ABD tarihinde ve siyasetinde Yahudi kökenli başkan geleneği yok. En fazla Dışişleri Bakanlığı'na gelebiliyorlar (örneğin Henry Kissinger, Madelaine Albrigth...)

Gelebilselerdi, Bush sonrası dönemde favorim Paul Wolfowitz olurdu.

Gelemeyecekleri için Wolfowitz ve arkadaşlarının perde arkasından dünyayı yönetmeye kalkışmaktan başka seçenekleri yok.

Zaten "Gizli Krallığın" yasaları da onu emreder...

PERLE İLE WOLFOWITZ'İN YOLLARI SONUNDA KESİŞTİ
"Siyaseten doğru" anlayışının üniversite çevrelerinde köşe başlarını tuttuğu izlenimini verdiği bir dönemde Neo-Con'lar sessiz-sedasız ilerlemeye başladı. Dış politikada gerçek bir Neo-Con ekolünün tohumları atıldı. Yönetimden think thank kuruluşlarına kadar çeşitli çevrelerde kendileri gibi düşünen kişilerle bağlantılar kuruldu. Richard Perle ve William Kristol gibi isimler Washington kulislerinde kendilerinden söz ettirmeye başladılar.

Sonra Richard Perle ile Paul Wolfowitz'in yolları kesişti. Ne de olsa ikisi de "Detant" politikasının önde gelen karşıtlarından Kenneth Adelman'ın ekibinde yer almışlardı. İlham kaynakları aynıydı Albert Wohlstetter. Wohlstetter, geliştirdiği "nükleer doktrin"le dünya tarihinde esaslı bir yer almayı hak etti. Çünkü bu doktrin ABD'nin nükleer politikasını kökünden değiştirdi. Başkan Reagan döneminde SSCB'yi çöküşe götürecek "Yıldız Savaşları" projesinin ebeliğini işte bu doktrin yaptı. (Projenin mimarları da Perle ile Wolfowitz oldu.)

Erdal ŞAFAK


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır