Sabah Gazetesi 21.04.2003 |
SABAH diyor ki... ERDAL ŞAFAK Sistem tartışması Başbakan Erdoğan nihayet ağzındaki baklayı çıkarmaya başladı. Hayır, kötü anlamda söylemiyoruz... Şu son üç günde ateşlediği işaret fişekleri, onun Özal vizyonunu sahiplenmeye soyunduğunu gösteriyor. Hatta daha da ileri gidip, Özal'ın yapamadığını başarmaya... Önce durup dururken, daha doğrusu kamuoyu atama furyasının ardında bit yeniği ararken, "iktidarlar üst düzey bürokratlarıyla gelip gitmeli" dedi. Bu çıkış, yoğun gündemin yol açtığı haber kaosu arasında kaynayıp gitti. Oysa Erdoğan bu "masum" cümlesi ile, sessiz sedasız hazırlanmış iddialı bir planı tartışmaya açmak için düğmeye basıyordu. "İktidarların bürokrat ekibiyle gelip gitmesi", bizim o ünlü 657 sayılı Devlet Memurları Yasası ile elikolu bağlanmış hükümetler döneminin sonu demek. Yani? Batılılar'ın "arkaik" diye tanımladıkları, çağın gerçeklerinin dışında kalmış, "iktidarlar gelip geçer, bürokratlar kalır" anlayışının defterini dürmek... Böyle bir reform, hatta devrim, ancak siyasal sistemde köklü bir değişiklikle sağlanabilir. İşte Erdoğan'ın ağzındaki bakla bu. Onu da dün atv'de çıkarıverdi: "Türkiye başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçmeli." Bush ve Chirac Burada parantez açıp bu iki sistemi kısaca anlatalım. Başkanlık sistemi ABD'den Rusya'ya kadar birçok ülkede var. Ancak hepsinde yorumu da, uygulaması da farklı. Erdoğan'ın önerisi ya da talebi ABD'deki model. Zaten "ekibiyle gelip gitmek" o modelde işliyor. Hatta bakanlar bile bürokrat veya teknisyen. Ancak bu sistemin "püf noktası", federal bir yapıya dayanması. İçişlerinde özerk, kendi sınırları içinde uygulanabilecek yasalar çıkarma yetkisine sahip parlamentoları olan eyaletler var. Ve de başbakan konumunda, seçimle gelmiş valileri. Bu sistemin bir başka özelliği çift meclis ve dar bölge seçim sistemi olması. Yarı başkanlığa gelince... Onun da adresi Fransa. Ancak sistemin işlemesi için hayati bir koşul gerekiyor: Başkan ile iktidarın aynı partiden olması. Yoksa "cohabitation" (birarada yaşamak) denilen, başkanın ayrı iktidarın ayrı partilerden olduğu durumlarda, güç ve yetki çekişmesi nedeniyle işler arap saçına dönüyor. Fransa son dönemlerde bunu sıkça yaşadı: Solcu Cumhurbaşkanı François Mitterrand, sağcı Jacques Chirac hükümetiyle boğuştu. Sonra sağcı Cumhurbaşkanı Chirac ise solcu Lionel Jospin hükümeti ile... Geçen yıl yapılan seçimlerde hem cumhurbaşkanı hem de iktidarı sağ partiler kazandı. Böylece Chirac istediği gibi at koşturma imkanına kavuştu. Ama Irak savaşında izlediği başına buyruk politikalar nedeniyle şimdi kendi elleriyle kurduğu partiden "Fransa'yı mağluplar safına soktun" homurtuları yükseliyor. Özal ve Demirel Türkiye'ye dönersek bu modeller gündemimize ilk kez rahmetli Turgut Özal döneminde girdi. Önemli bir ayrıntı: Özal, "Başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçelim" dediğinde ANAP iktidarı kaybetmiş, DYP-SHP koalisyonuyla "Cohabitation" yılları başlamıştı. Yani Özal'ın dilediği gibi hareket edemediği dönem. Model tartışmasını ikinci kez ısıtan 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel oldu. Rastlantıya bakın; O da Çankaya'daki son döneminde "sistem değişikliği" ihtiyacını seslendirmeye başladı. Ve Özal gibi o da kamuoyunu bu "köklü değişim"e inandıramadan veda etti. Şimdi sıra Erdoğan'da. İki farkla: O bu öneriyi iktidarının sonunda değil başında ve Başbakan koltuğunda otururken yapıyor. Dileriz ki, Erdoğan'ın bu çıkışında Sezer'in neredeyse her yasayı ve her atamayı veto etmesi ana etken değildir. Dileriz ki, yazının başında belirttiğimiz gibi, gerçekten Özal vizyonunu sahiplenmek iddiasıyla bu adımı atmıştır... Çünkü o vizyonu 10 yıldır öylesine özledik ki... Mesajlarınız için: esafak@sabah.com.tr |