kapat
27.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Sevdim seni bir kere...

Yıllar, yıllar sonra adamın akrabaları kadının gönderdiği bir mektubu bulmasalardı, aşklarını açıkça bilemeyecektik.
Dahası... Kadının ilk bakışta taşıdığı hoyratlık ve kayıtsızlık görüntüsünün ardında aşka açık bir yürek sakladığına kimse inanmayacaktı. Olayları yakından yaşamış ve olabildiğince suskun kalmış birkaç kişi hariç...

Neden tek bir mektup?

Çünkü adam yaşlanıp ölümü yaklaştığında kadının gönderdiği mektupların hepsini yaktırmıştı!

Bir mektup unutulmuştu. Ve o mektuptaki şu cümle: "Allahaısmarladık, dünyada en çok seven ve sevilen sevgili..."

Gerçekten birbirlerini çok sevmişlerdi ama ne içinde bulundukları ortam, ne de zaman buna izin vermemişti.

(Neyse, bu noktaya sonra döneceğim!)

Adam başka bir ülkeden gelmişti. Varsıl babası, bu ülkede oğlu biraz hayatı görsün, tanısın, sosyal ortamlara girip çıksın istemişti...

Yakışıklı, mert görünüşlü, temiz bir gençti.

Genç kadınla bir baloda karşılaştılar.

Kadın çok gençti ama çok güçlüydü; çevresinde ona yaltaklanan bir kalabalıkla dolaşmayı severdi. Üç yıldır yanına bile yaklaşmayan bir kocası, çok sevdiği çocukları ve fazlasıyla resmi olmaktan başka bir özellik taşımayan bir evliliği vardı...

Sinirleri de, bedeni de zayıftı süslü genç kadının.

O akşam şakalaştılar, konuştular.

Hiç kimse anlamamıştı ama içlerine aşkın yıldırımı düşmüştü. (Yıldırım aşkı deyimi bana hep biraz iddialı gelir, ama hemen gerçekleşen güçlü bir şimşek çakımı ve ardından düşen yıldırımı kabul ederim. Sonrası... O ayrı konu!)

Genç adam iki gün sonra ülkesine dönmüştü.

Aradan tam dört yıl geçip genç kadının yaşadığı ülkeye resmi bir görevle geri döndüğünde, doğrudan onu görmeye gitti.

Herkes şaşırdı. Kimselere yüz vermeyen "suratsız" kadının yüzü aydınlanmıştı adamı görünce... Hatta inanılmaz ama, yanakları kızarıyordu!

Aşk başlamıştı... Ama ilişki? O zordu. Çok zordu. Genç kadının hayatı, sosyal konumu buna izin vermiyordu.

Birbirlerine uzak kaldılar.

Genç adam içindeki ateşi bastırmak için Yeni Dünya'ya gitti. Yani aralarına koskoca bir okyanusu soktu. Kadının günlerce gözyaşı döktüğünün tanıkları var.

Yine dört yıl...Yine özlem, özlem, özlem...

Adam döndü kadına. Artık evlenmesini isteyen babasına da şu telgrafı çekti: "Kararımı verdim. Evlenmeyeceğim. Madem beni seven ve sevdiğim kadınla yaşayamıyorum. O zaman kimseyle birlikte yaşamam." (İlişkiler ikame edilirler, ama aşklar bu uygulamayı sevmez, gerekirse inatla kaskatı kesilirler!)

Aşkın genç kadını karakter olarak değiştirdiğini söylerler. İnce, nazik bir insan olmuştu ve hem ülkesinde hem de ailesinin çevresinde gelişen sarsıcı olaylara genç adamın dostluğu sayesinde direnmeyi öğrenmişti.

Aslında genç kadının ailesinin başına gelen tam bir felaketti. Düşmanları onları ortadan kaldırmak istiyordu. Ve bu bir kaderdi; kaçması imkansız bir kaderdi...

Bu felaket döneminde adamla aşklarını birkaç kez doyasıya yaşayabildiler.

Fakat çevrelerinde bu kadar çok acı, ayrılık ve trajedi varken; bu kadar çok kan dökülürken ve ölüm kadının peşindeyken, olacak şey değildi gizli bir aşk!..

Gün geldi; kadın kocası ve çocuklarıyla yaşadıkları evden ve şehirden gizlice kaçmak zorunda kaldı.

Adam olup bitenlerin dünyasından uzaktı; dışındaydı ama sevdiği kadını yalnız bırakamaz, ona yardımcı olmadan gelişmeleri uzaktan izleyemezdi. Kaçma planlarını o yaptı, uygulamayı da... Gecenin karanlığında kadını, çocuklarını ve kocasını kaçıracak arabaya bindirdi. Kısa ve kesik bir "elveda"yla veda etti onlara...

Ardından gelenleri bütün tarihler yazdı...

Kadının ve ailesinin öldürülmelerine kadar süren, baştan sona talihsizlikler, acımasız sosyal gerçekler ve kötü kaderle dolu bir serüven...

Kadın kalem ve kağıt bulabildiğinde "Gece gündüz gözetim altındayız. Ben umursamıyorum, ne olur siz de endişelenmeyin" dediği; "Size yazmadan yaşayamıyorum" notunu düştüğü mektuplar gönderdi adama...

Bazı tarihler adamın onu kaçırmak için son ve çılgınca bir girişimde bulunmak üzere ülkesinden geri geldiğini kaydediyor. Ama kadının tutuklu kaldığı hapishanede birkaç saat birlikte olabilmelerinden başka bir işe yaramamıştı bu girişim.

Bu gerçek öyküyü kitaplardan süzüp size aktarmamın nedeni şu: Aşklarla sosyal olayların farklı tarihleri, farklı yüzleri ve bazen derinden farklı gerçekleri var. Ve yürek ne yer tanıyor, ne de zaman! Bunu hatırlayalım istedim...

Tarih 1780-90'lı yıllardı.

Adam İsveçli bir soylu, Hans Axel Fersen'di...

Kadın ise Fransa kraliçesi Marie-Antoinette'di.

AYNA

Hangimiz daha büyük yalancıyız?

Ben seni aldattım, sense kendini...

(L. DURELL'ın kahramanı Justine böyle der...

Ucu çooook açık bir soru!)



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır