kapat
13.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
İtiraf edin; eğleniyoruz!

Sıkıldığınızı söylemeyin bana, kimse söylemesin, herşeyden şikayet edebiliriz bu ülkede ama canınızın sıkıldığını söyleyemezsiniz.. İşten, güçten, paradan puldan söz etmiyorum onlara sıkılabilirsiniz veya hep birlikte sıkılabiliriz. Siyaseti, ekonomiyi, eğitimi, trafiği, kısacası el attığımız herşeyi yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz ve tabii bunların sonucu bireysel sorunlar olarak yakamıza yapışıyor, o da doğru. Ama Tanrı aşkına söyleyin, yine de bu kadar eğlenceli bir başka memleket var mı?

İnanın bana, sadece gazeteleri elime alıp yarım saat kadar okuduktan sonra hep aynı şey oluyor. Bu herhalde sabır noktamın üst limit çizgisi olmalı ki kahkahalarla gülmeye başlıyorum. Önce normal ölçüler içinde bir gülme temposunda başlayan kahkahalarım giderek krize dönüşüyor. Gözlerimden yaşlar gelene kadar gülüyorum, gülüyorum, gülüyorum uzunca bir süre. Kendimi frenlemeye filan çalışmıyorum. Öylece sürüyor. Çoğu kez TV izlerken de oluyor bu. Eğer yanımda başkaları varsa krizim onlara da bulaşıyor, bilirsiniz kahkaha bulaşıcıdır (Temel'in "güzellik geçicidur" demesi gibi bu da 'bulaşıcidur'), hep birlikte devam ediyoruz..

Anlayacağınız, hele de yazıya oturmuşsam, önce bütün gazete ve TV'lere göz gezdirdiğim için her yazıdan önce bir gülme krizi kaçınılmaz oluyor. Nasıl olmasın dostlar, arkadaşlar nasıl olmasın, bu kadar çok akla hayale gelmez saçmalığı birarada görmek kolay mı, vallahi de değil, billahi de değil. En azından bana kolay gelmiyor. (Bazen bu kriz ağlamaya da dönüşüyor sonunda. Bu da bir hastalık belirtisi midir acaba, sormak lâzım.)

Hem sever, hem döver!
Aynı gazete veya TV kanalında, aynı gün Kemal Derviş'i göklere çıkaranlarla, yerin dibine batıranların haberleri yanyana. Bazen aynı siyasetçinin konuşmasında onu hem -mecburen, mecburiyetten- övdüğünü, hem de gizliden gizliye "İyi adam, hoş adam da çizmeyi fazla aşmasa iyi olur" tehdidi savurduğunu farkediyorsunuz. Bazı köşe yazarları, adamcağızın Türkiye'ye adım attığı andan itibaren nasıl hırpalandığını, belediyesinden, bakanlığına, Meclis'ine kadar elele verilerek batırılmış bir ekonomiyi toparlamaya çalışmanın zorluğuna eklenen siyasi kıskançlıklarla nasıl uğraştığını ve 7-8 ay içinde adeta yaşlandığını görmüyormuş ve bu yıpratmaların halâ sürdüğünü farketmiyormuş gibi "Ama o da ikide bir giderim demesin" diyorlar. Ne desin abicim? "Varlığım Türk varlığına armağan olsun, alın canımı" mı desin?

Takiyye nedir sizce?
Tayyip Erdoğan için bir karar çıkıyor, medyum veya müneccim ol ki ancak anlayasın.. Ne şiş yansın, ne kebap. Orada da ilginç noktalar var; Erdoğan şu anda "Meclis'te türban hedefimiz yok" diyor. Ama 'ya okullarda' diye sorarsanız o var.. Peki, türbanlı kadın Meclis'e girerken türbanını çıkarabilecek, bu inancını etkilemeyecek de okulda neden çıkaramıyor? Ya kendileriyle esaslı bir çelişki durumu mevcut AKP'de, ya da esaslı bir takiyye halen. MHP'de Nesrin Ünal bu işe çözüm getirdi, Meclis içinde takmıyor, bu bütün kamu alanlarına uygulanır, sorun biter demiyorlar. Farklı bir "laiklik" ve "demokrasi" tanımı istedikleri. O farkı göreceğiz ilerde..

Medeni Kanun deseniz o da "Ne şiş yansın, ne kebap" anlayışıyla gözden sürmeyi çeker gibi çıkarıldı. "Evin reisi artık erkek değil" tek bildikleri bu. Ama bütün güç ondayken, kağıtta böyle yazmıyor diye 'reis' olmayacak mı yani sorusunu benden başka kimse sormuyor. O anlı, şanlı 'insan hakkı' savunucularına gülmez misiniz?

Rolex saatler!
Bir yanda İGDAŞ'ın 4 altın Rolex saati bir batında hediye ettiğini Cuma günkü gazetelerde okurken aynı gün Eminönü'nde İstanbul'un göbeğinde çok eski ve yıkılmak üzere olduğu için yağmurda çöken evde iki çocuğun öldüğünü duyunca sinirden gülme (ya da ağlama) krizi geçirmez misiniz? Açıklama da var ama; Erbakan ailesine değil; gâvurlara verilmiş saatler.. Eh, o zaman susalım. Türk bebekler göçük altında fakirlikten ölürken bunu anlayabiliriz. Ama biz zaten Erbakan ailesine veya falan filanca ailesine gitse de susardık. Susmayıp da ne yapacağız?

Olsa olsa böyle güleriz kahkahalarla, ağlanacak halimize.

Ahh, bugün Pazar'dı değil mi? Unutmuşum.. Artık hemen hergün yazdığım için karıştırıyorum mazur görün. Yoksa size sadece İbrahim Tatlıses'in hoşş ve de boşş konuşmalarından söz ederdim. Adam "Kadına beklemediği anda vuracaksın" gibi lâflar ediyor, kendini de aştı. Ama bakın, kabahat onda ve benzerlerinde değil. Onlara megalomani sınırlarını aştıranlarda. Kim olduğunu varın siz düşünün. Allah tarafından özel misyonla gönderildiğini de söylüyor. Bir adım ötesi "Uzaydan gönderildim" oluyor işte bunun ki, onun bile örneği var bizde!

Çocuk Esirgeme Kurumu yuvalarında, yurtlarında, kimsesiz çocukları sözüm ona korumaya alan bu kuruluşlarda cinsel tacize maruz kalan çocuklar sık sık gündeme gelirken sübyancılık ve çocuk pornosunu 'insan hakları' şemsiyesi altında gören marjinaller bile var bizde..

Kısacası yok, yok.. İster gülün, ister benim gibi krize girin, ister ağlayın. Tercih sizin.. Ama şunu unutmayın, bunca çelişkiyi dünyanın başka hiçbir köşesinde göremezsiniz.

En büyük Türkiye, başka büyük yok!

Amatör heyecan!
Geçen Pazartesi akşamı 'Son' filmini bir kez de Lütfi Kırdar'daki galasında izledim. Filmin biraz uzun olduğunu söyleyenlere katılmıyorum, bana uzun gelmedi. Ayrıca 3 saatlik yabancı filmleri sıkıcı bile olsalar oturup izliyoruz da 2 saat 10 dakikalık eğlenceli bir Türk filmine neden itiraz ediyoruz bunu da anlıyor değilim.

Yanımda oturan Sermin Hürmeriç ve Atacan Arseven'le film başlamadan önce bir süre konuşma fırsatı buldum. Yılların başarılı karakter oyuncularının filme nasıl bir amatör heyecanla, günlerce tekt ezberleyerek hazırlandıklarını dinlemek, filmi görmek için nasıl kıpır kıpır sabırsızlıkla beklediklerini izlemek benim için çok ilginçti.

'Son' filminde bence vurgulanması gereken bir nokta da kadın oyuncuların doğal oyunları, başarılarıyla erkeklerin bir adım önüne geçmeleri. Ekibin tümü rollerinin hakkını veriyor ama Oya Başar ve Sermin Hürmeriç gerçekten dikkat çekici bir rahatlık ve oyun gücü sergiliyorlar. Her ikisine de konuşmalarımızda söylediğim gibi, keşke onları sinemada daha sık izleyebilsek.. Bu filmin özelliği bütün rollerin "karakter" rolü olması. Yani alışılmış "jön" roller yok. Ve ben karakter sanatçılarını izlemeyi çok daha fazla seviyorum.

Gördüklerimizden farklı bir film..

İzleyin, bakalım siz de bana hak verecek misiniz?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır