kapat
23.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Büyükfilmin, küçüksahneleri..

Yunan lobisinin parası ile çevrilmiş bir Amerikan filmi düşünün.. İstanbul'da bir terörist evini polis basıyor..

Evde iki terörist ve onlarla arkadaş, bir genç kız var. Teröristler hemen silaha davranırken, genç kız, silahları bırakıp teslim olmaları için yalvarıyor. Dinlemiyorlar, ateş açıyorlar. Polisler de makinalı tabancalarla ile eve dalıyor ve hedef gözetmeden her tarafa ateş ediyorlar. Teröristler delik deşik oluyor. Terörist olmayan ve "Silahları bırakın" diye yalvaran barışçı kız, yerde yaralı.. Polis ona doğru ilerliyor.. Genç kız kıvranırken "Ne olur vurmayın" diye yalvarırken, polis tepesine dikiliyor, elindeki tabancayı o masum, o barışçı, o insancıl genç kızın beynine nişanlıyor ve tetiği çekiyor..

Düşünün bu ülkede ne kıyametler kopar "İkinci Geceyarısı Ekspresi" diye nasıl yer yerinden oynatılırdı..

Bu film hayali değil.. Var.. Tesadüf belki.. Yunan parası var, yapımında.. Ama film Türk filmi.. Nasıl Türk filmi..

Antalya film festivalinde büyük ödül alan, o günden beri, entellerimiz, sinema yazarlarımız tarafından bir yere sığdırılamayan bir Türk filmi..

Teröristlerin polisle her çatışmaya girmesinin ardından "Yargısız infaz" başlığı atmaya meraklı bir medyamız var..

Bu satırları beyin yıkarcasına yazanlar, yani çatışmadaki ölüme "Yargısız infaz" damgasını basmak için yarışanlar, caddenin kenarında, halkın güvenliği için nokta görevi yaparken haince baskına uğrayan ve daha silahlarını ellemeden şehit edilen polisler için bu deyişi asla kullanmazlar. Terörist asla yargısız infaz yapmaz.. O eylem yapar..

Ne var ki Aktüel'in filmi anlatan yazarı, ilk defa "Yargısız infaz" deyişini yerinde kullandı.. Çatışmada ölüm infaz değildir ama, yerde yatan, yaralı ve teslim olan birini beyninden vurdunuz mu, bu yargısız infazın tam tarifidir.

Şimdi bakın..

Filmlerde bir takım mesleklerin, kutsal, dokunulmaz gösterilmesine hep karşı çıkmışımdır. Polisin içinde caniler olabilir.. Amerikan filmlerinde oluyor.. Askerler içinden sapıklar çıkabilir.. Amerikan filmlerinde çıkıyor.. Ama nasıl çıkıyor?..

Amerikan polisi, yerde yaralı yatanı vurup, yargısız infaz yapmıyor mu?.. Yapıyor.. Ama kocaman bir farkla.. O film zaten o polis üzerine kurulu.. Film boyu adamı tanıyorsunuz.. O soyut polis değil.. Somut, belli bir polis.. Belli, uzun uzun anlatılan bir olayın içinde.. Film bittiğinde, onu yargılama ve değerlendirme şansınız var..

Oysa Handan İpekçi'nin filminde böyle somut bir polis yok.. Herhangi bir polis o.. Herhangi bir Türk polisi.. Eve giriyor. Yerde yaralı ve "Vurma" diye yalvaran, savunmasız genç kızı, büyük bir soğukkanlılık ve gaddarlıkla beyninden vuruyor.. Sonra da filmden çıkıp gidiyor. O herhangi bir polis..

İpekçi daha film başlarken "İşte Türk polisi bu" diye tanımlıyor..

Filmi, çok acı bir tesadüfle, Avcılarda nokta görevi yaparken, kalleşçe, haince şehit edilen iki polisin vurulduğu günün akşamı izledim..

Handan İpekçi filmini takdim için sahneye çıktığında özet konuştu.. "Bu bir sevgi filmi" dedi..

Bu nasıl bir sevgidir ki, tüm bir camiayı böylesine duygusuz, iğrenç, hain ve kalleş diye karalayacak kadar, kin, öfke ve nefretle başlar?..

Handan İpekçi, acaba Avcılarda öldürülen polislere atılan kurşunların altında, böylesine kaşınan toplumsal bir kin ve nefretin yer aldığını hiç düşündü mü?. Handan İpekçi, terörle uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde, işte böylesine yaratılan kin ve nefret sonucu öldürülen gencecik polisin, daha genç kızken dul kalan karısını ve beş aylık bebeğini de bir gün film yapar mı?.. Yaparsa bu film, entellerimiz tarafından böylesine yüceltilir, ödüle boğulur mu?..

Film aslında öyle ustalıklı yapılmış ki.. Öyle şeyler sıkışmış ki satır aralarına..

Örnek.. Evdo bir yerde şaşkınlığını anlatıyor..

"Askerle gerilla arasında kaldık.."

PKK'yı, bu korkunç terör örgütünü "Gerilla" diye yücelten ve yasallaştıranlar kimler?.. Gene PKK değil mi?..

Ya finaldeki mesaj?.. Sevgi filmiydi ya hani, onun mesajı..

Beş yaşında, daha dünyayı bilmesine ve tanımasına imkan olmayan küçük kız, kendisini bitlerinden kurtaran, hayatında görmediği yemekleri önüne koyan, hayatında görmediği elbiseleri alan, onu hediyelere boğan, gene hayatında görmediği sıcak bir yuva ve alışmadığı bir sevgiye kavuşturan yargıçı terkedip, kendi karanlık, umutsuz ve acılarla dolu yaşamına geri dönüyor?..

Niye?..

Hadi maddi aldıklarını geçtik.. Hani sevgi filmiydi bu.. Hajer, belki de ölen babasından görmediği sevgiyi (Doğuda, kızlara nasıl bakıldığı ve nasıl muamele gördüklerini yakından bilirim.. Günlük gazetelere yansıyan haberleri okuyanlar da bilirler ya..) ona sunan gerçekten "Baba" yargıcı niye terkediyor?..

"Sen benim için çok şey yaptın. Hatta beni sevdin de.. Ben de seni sevdim, ama biz bir arada yaşayamayız" mesajını, yetişkin bir kürt kızı verebilirdi.. Yadırgamayabilirdim. Ama bu hükmü beş yaşındaki bir kıza verdirdiniz mi, o zaman işin içine, kan girer, ırk girer.. Irkçılık girer..

Bir sevgi filmine, böyle faşist, böyle ırkçı bir final olur mu?..

***
Gelelim, filme..

Teknik olarak da yere göğe sığdırılamadı film.. Gerisi beni fazla ilgilendirmiyor, ama sevgili dostum Atilla Dorsay'ın en azından burada itirazını beklerdim..

Büyük Adam Küçük Aşk, harika bir Muhsin Ertuğrul Sinemasına dönüş örneği.. Yani filme çekilmiş Tiyatro..

Baş oyuncularının tümü tiyatrocu.. Şükran Güngör, Füsun Demirel, Yıldız Kenter ve İsmail Hakkı Şen.. Hepsi de, hem de nasıl ağdalı tiyatro oynuyorlar, nasıl buram buram rol kesiyorlar?.. Sinema dili, birazcık Füsun Demirel'de var.. O da sahiden birazcık..

Bu nasıl sinema, peki?..

***
Sevgili Yılmaz Erdoğan, gördün mü, Hıncal nasıl gene etti edeceğini.. Herkesin beğenip, bayıldığı, ödüle boğduğu bir filme nasıl karşı çıktı?..

Konu senin konun da sayılır, yazsana bana.. Bir de sen değerlendirsene bu filmi.. Aynen yayınlarım, söz.. Yoksa bu konuyu yazmak hoşuna gitmez mi?..

Hani sakal, bıyık meselesi derler ya..

Bulmaca!..
Tayfun Gündüz, bir bulmaca göndermiş.. "İnsanlık tarihinin en uzun süren inşaat projesi nedir?.."

Yanıt:

"İstanbul'un kaldırımları.."

Haklı, Gündüz.. Bu kentte kaldırım projesi bitmez.. Caddenin bir ucundan başlarlar, bitirip öbür uca gelince yeniden başlarlar..

Bir tane daha benzer proje var, Gündüz..

İstanbul'un durakları.. Recep Tayyip Erdoğan gayet şık ve işlevli otobüs durakları yaptırmıştı.. Sökmüşler, yenisini yapmışlar..

Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'ya soru:

"Bu durakların değişim projesine niye gerek görülmüştür?.. Kaça mal olmuştur?. Bu maliyetin kaç parası, belediye dışı, özel, ticari kurumlara aktarılmıştır?. Bu özel kurumlar, kimlerindir?."

Ülke bu kadar krizde iken, vatandaş "Herşey tamam da, duraklar mı eksikti" diye ısrarla soruyor da..

Vanda gala!..
Beni en mutlu eden okur mektuplarından biriydi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İdari İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Karakaş'ın e-maili..

"'Vanda olmak vardı' başlıklı yazınız beni çok duygulandırdı. Sizin gözünüzle olmayacak ama, sizin yüreğinizle, bu akşam oyunu izlemeye çalışacağım. Bu coğrafyada sizi ağırlayabilmek umuduyla.." diyordu, hocam..

Vallahi yaşlanıyorum ben.. Yutkunarak, boğazım düğüm düğüm olarak okudum ve yazıyorum..

Hocam..

Gece ve oyunla ilgili izlenimlerini de yaz bana, ne olur?.

Vandaki galayı, Türkiye de okusun..

Şarbon paniği..
"Maymun kıçını görmüş, yara sanmış.." misali..

Türkiye'de sıkıntı, kriz bitmedi ya.. Bir de Şarbon Paniği yaratmaya çalışıyorlar..

Amerika'da iki kişi ölmüş ya..

Etmeyin, eylemeyin beyler, ağalar, paşalar..

Ben bildim bileli bu ülkede şarbon vardır.. Ben bildim bileli, bu ülkede büyük baş hayvanlarındaki şarbon yüzünden Birleşmiş Milletlerden yardım alınır..

Ben bildim bileli, bu ülkede şarbon var diye, Konkur yarışmalarına bazı ülkeler katılmazlar, atlarını getirmezler.. Ben bildim bileli bir takım ülkeler, bizde şarbon var diye, bizim atları ülkesine sokmaz, bu yüzden yarışamayız..

Yani biz, biz olduğumuz günden beri zaten şarbonla yaşıyoruz..

Bugüne dek haberimiz yoktu, aldırmıyorduk da, Amerika'da iki kişi ölünce mi, yeri yerinden oynatıyoruz?..

Bu ülkede soğukkanlı, gerçekleri bilen tek Allahın kulu yok mu?..

Bu ülkede şarbon hep var, ama şarbondan ölen insan var mı, kayda geçmiş bilmem..

Oysa, umursamadığımız gripten gidenler, ordu olur, ona aldıran yok..

Şarbonla uğraştığımız kadar grip aşısını teşvik etseydik mesela, ölümleri geçin, kazanılacak iş gücü, okul saatinin haddi hesabı yoktu.

İşte biz böyleyiz!..
Manisa'nın Alaşehir ilçesinde 1935 yılında açılan bir arazi davası, 66 yıl, 25 yargıç ve 66 avukattan sonra hâlâ devam ediyormuş..

Peki niye?..

Bodrum'un dünyaca ünlü müze müdürü, bu müzeyi yoktan var eden ve benzersiz hale getiren Oğuz Alpözen hakkında, bir vatandaşın şikayeti üzerine dava açılmış..

Sebeb.. Kalenin tarihi taş zemini üzerine plastik sandalye koymak..

Böyle ihbarlarda bulunanları, "mahkemeyi fuzuli işgal"den tutuklamadığımız sürece, 66 yıl da yetmez bize, 666 yıl da!..

SEVDİĞİM LAFLAR
İsterseniz yanlış düşünün. Ama ne olur kendiniz düşünün.

Gotthold Lessing

(1729-1781)

BİZİM DUVAR
Savaşı kim kazanırsa kazansın, herkes zarar görecek. Anlayacağınız "mutlu son"suz bir özgürlük bu...

Hakan&Utku

TEBESSÜM
Üç yaşlı adam doktorda hafıza testindedirler. Doktor ilk yaşlı adama sorar:

"Üç kere üç kaç eder?"

"274.." yanıtını alınca doktor üzgün bir şekilde ikinci yaşlı adama döner:

"Şimdi sizin sıranız. Üç kere üç kaç eder?"

"Salı!."

Doktor artık iyice ümitsiz şekilde üçüncü yaşlı adama döner:

"Evet, şimdi de sizin sıranız üç kere üç kaç eder?"

"Dokuz" cevabını sevinçle karşılayan doktor "Bu harika, nasıl buldunuz?" der.

Üçüncü yaşlı adam sakince:

"Oh, çok kolaydı. Sadece 274'ten salıyı çıkardım."

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır