kapat
15.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ

Tarlada izi olmayanın harmanda sözü olmaz

Başbakan Ecevit, TBMM'de yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, terörle savaş koalisyonuna verdiği desteği izah ederken, "Bu bizim her şeyden önce Amerika'ya vefa borcumuzdu. Bir çok ülke terörizm konusunda bizi yalnız bırakırken ABD destek olmuştur" dedi.

Sayın Ecevit'in ABD'nin Türkiye'ye verdiği destek konusunda söyledikleri bugüne kadar resmen belirtilmeyen bir gerçeği ortaya koyuyor. Bu destek Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde kilit bir rol oynamıştır. Zira, ABD'nin yardımı olmadan Apo'nun Kenya'da yakalanıp Türk adaleti önüne çıkarılması mümkün olamazdı. Bu durumda da, PKK terörünün ülkemizde bugünkü gibi etkin bir denetim altına alınması çok zorlaşırdı.

Öte yandan, Başbakan'ın, Türkiye'nin terörle savaş koalisyonuna verdiği desteği, ülkemizin Amerika'ya olan vefa borcu olarak göstermesi son derece hatalı. Çünkü bu ifadeler Türk kamuoyunu yanıltıcı nitelikte. Gerçekte, Türkiye'nin, bu koalisyona yardımcı olması kendi öz çıkarları icabıdır.

Nedir bu çıkarlar?

Bu çıkarları değerlendirebilmek için, Türkiye'nin bugüne kadar insanlığı tehdit eden bir felaket olarak nitelediği terörizme karşı mücadelede başarının temel şartının uluslararası dayanışma ve işbirliği olduğunu her fırsatta vurguladığını ve dünya milletlerine bu yolda çağrıda bulunduğunu hatırlayalım. Sonra da, Türkiye'nin halihazır ulusal tehdit değerlendirmesinde terör ve iç güvenlik sorunlarının birinci önceliği taşıdığının altını çizelim.

Bu itibarla, terörizme karşı savaşta uluslararası dayanışma ve işbirliğini ön plana çıkaran dünya çapında bir kampanya başlatılmış olmasının Türkiye açısından gayet olumlu bir gelişme olduğunda kuşku yoktur.

Bu değerlendirmeyi yaparken, sınırdaş olduğumuz ve terörü siyasi amaçlarla kullanmaları nedeniyle "haydut devletler" diye anılan üç devletin, Türkiye'yi etnik ve dinsel bazda bölmek ve içinden çökertmek için terörden yararlandıklarını ve ülkemize son derece ağır zararlar verdiklerini de dikkate almamız gerekiyor. Bunlardan Suriye, 1998'de kendisini Türkiye ile bir savaşın eşiğine getiren krizden sonra PKK'ya verdiği desteği kesmiş görünüyor. Irak da üzerinde yoğunlaşan uluslararası baskı nedeniyle şu sıralarda ülkemize karşı zararlı bir faaliyet yürütemiyor. Ancak, bu iki devletin siyasi yapılarının sürekli terörizm üretecek nitelikte olduğu unutulmamalı.

İran'a gelince, çağ dışı yönetim şeklini ülkemize ihraç etmeye çalışan bu devlet, Türkiye'de kaos ve güvensizlik ortamı yaratmak amacıyla cinayetler işletmiş ve Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Baykam ve Ahmet Taner Kışlalı gibi değerlerimizi öldürtmüştür. Bu nedenle, bu devletleri terör eylemlerinden caydırmak ve yaptıklarının cezasız kalmayacağını ortaya koymak amacıyla, Türkiye'nin terörle savaş koalisyonunda yer alması önem kazanıyor.

Türkiye'nin güvenliğine emsalsiz katkı

Altı önemle çizilmesi gereken bir husus da, terörle mücadelenin NATO'nun 5. maddesi kapsamına alınmasının, Türkiye'nin eline, AB ülkelerinin ülkemize yönelik terörist faaliyetlere hoşgörüyle bakan politikalarını değiştirme hususunda etkin bir koz vereceğidir. Bu bağlamda, terörün finans kaynaklarının kurutulabilmesi ve Avrupa'da serbestçe dolaşan elleri kanlı yüzlerce teröristin iadelerinin sağlanabilmesi, Türkiye'nin güvenliğine emsalsiz bir katkıda bulunacaktır.

Ülkemizdeki terör odaklarının köklerinin kazınması, ancak, bunların Avrupa'daki yandaşlarından aldıkları siyasi ve mali desteğin kaynaklarını kurutarak mümkün olabilir. Türkiye, güvenliğine bu emsalsiz katkıyı bugünkü uluslararası konjonktür dışında hiçbir ortamda sağlayamazdı. Bu bakımdan, Türkiye'nin teröre karşı savaş koalisyonunda Batılı devletler safında yer alması, bu fırsattan azami ölçüde yararlanmakta elini kuvvetlendirecek temel bir faktör olacaktır.

Nihayet, son olaylar, Orta Doğu ve Orta Asya jeopolitiğinde taşların yerlerinden oynayacağını ve bu bölgelerdeki stratejik dengelerde değişiklik olacağını gösteriyor. Türkiye'nin, stratejik bir öngörüyle şimdiden kendine, güvenliğini etkileyebilecek bu oluşumlarda meydanın tamamen başkalarına kalmayacağı ve yaşamsal çıkarları gündeme geldiğinde söz hakkına sahip olabileceği bir konum sağlaması gerekiyor.

Bütün bu nedenler, Türkiye'nin, ABD'nin başını çektiği askeri koalisyonda birinci halkayı oluşturan Batılı devletler arasında yer almasının zorunlu olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye'nin, bu katkıyı, insani yardım, istihbarat ve askeri eğitim görevlerini üstlenecek nitelikte bir birlikte katılarak yapması isabetli olacaktır.

Unutmayalım: Tarlada izi olmayanın, harmanda sözü olmaz!

Saddam sonrası dönem ve Türkiye

Türkiye, Saddam rejiminin yıkılmasından sonra çıkacak iç karışıklığın Irak'ı üçe bölmesinden ve kuzeyde bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmasından haklı olarak endişe ediyor.

Ne var ki, Bush yönetimindeki şahin kanat, Barzani ile Talabani'yi ve muhtemelen Şii direnişçileri de kapsayan "güçlü" bir muhalefet kuvveti oluşturarak, ABD hava kuvvetlerinin de desteğiyle Bağdat'a karşı bir tür gerilla savaşını başlatmak hususunda son derece ısrarlı. Bu savaşın esas harekat merkezi Kuzey Irak olacaktır.

Washington'da, Taliban'ın devrilmesinden ve Afganistan'da nispeten istikrarlı bir yönetim oluşturulmasından sonra, Bush yönetiminin ilk hedefinin Irak olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Böyle olunca, Türkiye'nin çıkarları Saddam rejiminin bir an evvel yıkılmasını gerektiriyor. Zira, rejimin devamı, Kuzey Irak'ta ülkemiz aleyhindeki oluşumların gerçekleşme şansını her geçen gün daha kuvvetlendirecektir.

Bu durumda, Ankara'nın, politikasını kartların yeniden dağıtılacağı Saddam sonrası dönemde, Türkiye'nin Irak'ın siyasal yapılanmasında söz hakkına sahip olmasını garanti edecek şekilde saptaması kritik önemdedir.

Türkiye bu dönemde, hem Kuzey Irak'ta ulusal çıkarları aleyhindeki oluşumları önleyebilmeli, hem de bir buçuk milyon Türkmen kardeşinin Irak'ta Arap ve Kürtlerle eşit siyasi haklara sahip olarak yaşayabilmesini teminat altına alabilmelidir.

Bu hedeflerin gerçekleşmesi, Türkiye'nin, Kuzey Irak'tan sürdürülecek bir harekatta meydanı Kürt liderlere ve diğer muhalefet unsurlarına boş bırakmamasını gerektiriyor.

Unutmayalım: de Gaulle'ün dediği gibi "yönetmek öngörüdür". Öngörüden mahrum liderlere sahip milletler de geleceği kaybetmeye mahkumdur.

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır