Bir sabah kahvaltıda...
Sevgiyle aşkı ayırmak çok şeyi anlamak için en doğru yol! Türkçenin bize tanıdığı bu şansı kullanmalıyız!
Aşk hep kendi bildiğini okur, asosyaldir, haylazdır ve çoğu zaman ilişkinin de canına okur!
Sevmek sosyaldir; güven ve alışkanlığa düşkündür; bu yüzden de ilişkileri kılıktan kılığa sokar: Hep sever kalırız ama binbir kılık içinde!..
Biliyorsunuz, pazar günleri yalnızca aşklar üzerine değil; ateşi ılık tutulmuş sevgi ilişkileri ve sorunları üzerine de yazıyorum.
Geçenlerde sevgili Yiğiter Uluğ (Radikal'in Spor Müdürü) İngiliz yazar Richard Geefe'nin bir öyküsünü gönderdi bana: "Köşende kadın-erkek mevzularına fena daldın, al sana öykü!"
Bir zamanlar Observer'daki yazılarını heyecanla beklediğimiz Richard Geefe'nin topu topu on iki yazılık ünü olmuş, adının takma olduğu anlaşılınca ortadan kaybolmuştu.
Gelelim Geefe'nin öyküsüne..
(Tabii epeyce kısaltarak alıyorum buraya!)
"Geçen hafta sonu posta kutumda sevgilimin adına gelmiş bir zarf buldum. Adres benimdi ama zarfta onun adı vardı! Bir bankadan geliyordu. Herhalde kredi kartı ekstresi filandı...
Açmadım, bir başka zarfa koyup üstüne onun adresini yazdım ve postaya verdim.
İki gün sonra 'haftalardır evinde yaşarken bundan çok memnun olduğunu söylüyordun, şimdi bu mektubu neden benim adresime gönderdin? Nedir bu kabalık?' sorularıyla kavgamız başladı.
Bağırış çağırışlar; cevapsız sorular, sinir bozucu sessizlikler...
(Niçin ayrılık sahnelerinde can alıcı diyaloglar koridorlara, kapı aralıklarına, merdivenlere serpiştirilir?)
Tabii ki, ayrılığımızın nedeni o masum zarf değildi. Telesekreterime sevgilim için bırakılan ama bana bir selam gönderme zahmetine bile katlanılmayan mesajlar da değildi... Yemin ederim!
Bana kalırsa, asıl neden, birkaç gün önceki bir arkadaş ziyaretimizdi.
Arkadaşlarımız evli bir çiftti. 9 Yaşında bir çocukları olduğuna göre en azından 10 yıllık evliydiler.
Bir süre önce evliliği sürdürerek ayrı oturmaya karar vermişlerdi. Formülleri ilginçti: Bir tür 'dikey' ayrılık hali...
Evleri sefertası gibiydi. Kadın bodrum ve giriş katını almıştı, doğal olarak arka bahçeyi kullanma hakkı da ona ait olmuştu, çiçekleri seven de oydu zaten! Adam da birinci katla tavan arasında oturuyordu. Ayrı telefonları, ayrı bilgisayarları vardı. Çocuk da bir yukarıda, bir aşağıdaydı!
Onları ziyaret ettiğimiz gece, yemeği hep birlikte kadının mutfağında yemiştik. Sonra kahveler için adamın katına çıktık. Çünkü sigara içmek istiyorduk ve kadının 'evi'nde sigara yasaktı. Ertesi sabah erken saatte işi olduğu için 'evin hanımı' bize katılmadı. Merdiven başında vedalaştık, yemekler için teşekkür ettik. Yukarıda koltuklarımıza kurulmuştuk ki, aşağıdan gelen telefon, müziğin sesini kısmamız gerektiğini hatırlattı bize...
O gece ben de, sevgilim de birbirini seven, anlayan iki olgun insanın havada donup kalmış çığlıklarını görüp tanıdık!..
İşte bu ziyaretin ertesi sabahı posta kutumda sevgilimin adına gelen zarfı bulmuştum.
"Barda yanımda oturan kadın gülümsedi. Anlattıklarımı bitirince güzeller güzeli dudaklarından şu sözcükler döküldü: 'Bugünümüze musallat olan bir hayalet varsa, o da geçmişimiz değil, geleceğimizdir!' Ağzım açık kalakaldım.
İşlerin nereye gittiğini anlamışsınızdır herhalde! İçtik, konuştuk, gülüştük. Fakat bardan kol kola çıkmadık. Birbirimizi çekici bulduğumuzu itiraf ettik sadece...
Hani neredeyse biliyorduk ki, muhabbetimizi biraz ileriye götürsek günün birinde kendimizi çayların soğumaya bırakıldığı nefretle dolu bir kahvaltı sofrasında bulacağız...
İyi geceler dileyip ayrıldık...
Gelecek salı aynı yerde buluşacağız."