kapat
04.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

Türk siyaseti nereye?

11 Eylül'ün bir "milat" olduğunu söyleyenler var. "Milat" belki büyük laf, ama devasa değişiminin tam orta yerinde bulunduğumuz, bu değişimden her anlamda etkileneceğimiz doğru. Ve Türkiye'nin hemen her unsuruyla, özellikle makro politikalarıyla kendisini gözden geçirmesi bir kaçınılmazlık olarak karşımızda...

Peki bu çerçevede neler oluyor?

"Devlet içindeki gelişmeler"in basına yansıyan kısmından bir sonuç çıkarmak pek mümkün değil. Bu çerçevede görünen tek "şey", yeni uluslararası gelişmeler çerçevesinde ülkenin mevcut uygulama ve politikalarını muhafaza etme ve doğrulatma gayreti...

Öte yandan "siyaset kurumu" tüm "ölgünlüğü"yle olup biteni izlemek, verili ve üstü kapalı bir devlet politikasının su yolunda dolaşmaktan başka iş yapmıyor.

Profesyonellerin ya da tek tük siyasilerin siyasete ilişkin gözlem ve yorumları ise son derece savunmacı; daha da önemlisi "güç merkezli", diğer bir deyişle Türkiye'ye yeni güç oyunu etrafında oluşacak uluslararası iş bölümünde yer arama çabalarına endeksli... Böyle olduğu oranda da niyetler ne kadar farklı olursa olsun; ülkeyi "güç, asker ve güvenlik" unsurlarıyla tanımlamakta ve iç dinamikleri gözardı etmekte yarışıyorlar.

Oysa 11 Eylül sonrası, bir ülkenin "dış politik konumu"nu iyiden iyiye "iç politik tercihleri"ne endeksleyecek bir hatta ilerliyor...

Öylesine ki bu ilerleyiş, "resmi politikalar"ın yıllardır benimsediği çizgiyi anlamsız hale getirecek gibi duruyor.

Malum; bugüne değin Türk resmi politikası, "uluslararası demokratik sistemin dışında kalarak içindeymiş gibi davranmak"tan ibaret oldu; her değişim dönemi devleti öne çıkardı, her değişim adımı bir otoriterleşme adımıyla sağlama alındı, daha doğrusu "içe kapanma refleksi ile dışa açılma zorunluğu" arasında gidilip gelindi. Bir yandan değişim politikaları dilden düşmedi; öte yandan Kıbrıs politikası, Kuzey Irak'a bakış, Güneydoğu meselesi, insan hakları ve özgürlükler rejimi, devletin askeri niteliği tümüyle Soğuk Savaş döneminden kalma güdülerle sürdürüldü. Bu çizgiyi sürdürmek artık neredeyse "imkânsız" hale gelmektedir.

İki nedenle...

Bir kere Avrupa Birliği, ABD'nin hegemonyasını pekiştirme çabası verirken gücünü paylaşmak zorunda kalacağı, siyasi önemi daha da yükselecek bir birim haline gelecektir. Başka bir deyişle bu ikisinin arasındaki makas daralacak ve "Türkiye'nin ABD ile AB arasında, ilkinden destek alıp, ikincisinin civarında dolaşma mantığı desteksiz kalabilecek"tir...

Öte yandan yeni dünya düzeni ister askerileşme hattında ister demokratikleşme hattında ilerlesin, Türkiye'nin bölge politikaları tümüyle kadük hale gelecektir. Örneğin sadece Saddam rejiminin devrilmesi bile Türkiye'nin yanı başında bir Kürt siyasi ünitesi üretecektir, oradan hareketle iç dengeleri etkileyecektir.

Söylemek istediğimz şu: Yaşanan gelişmeler Türkiye için çok önemlidir.

Şimdi ülkenin önünde kabaca iki yol var:

Ya demokratikleşerek ve bölgesel politikaları gözden geçirerek hızla AB'nin içine hareket etmek ve demokratik sistemin ayrılmaz parçası haline gelerek güçlenmek...

Ya da sadık bir Batı müttefiki olarak Batı'nın dışında kalmak, otoriter yolda ilerlemek ve bunun içte ve dışta bedelini ödemek...

Ancak görmek gerek; sadece insan hakları ve demokrasinin gerekleri değil, aynı zamanda güç ve faydanın gerekleri de, birinci yolu ya da stratejiyi işaret ediyor. Ve bu strateji ancak ülkedeki sivil ve siyasal güçlerin hareketlenmesiyle üretilebilir...

Demokrasi, siyaset ve değişim her zamankinden daha hayati...

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır