kapat
30.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi


Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )

Siyasal avantacılık direniyor

Garipliğe bakın ki, dünya Türk halkının kendi siyasetçisi tarafından soyulmasını önlemeye çalışırken, siyasal sistem buna direniyor

Ankara şimdi 21. Yüzyılla savaşıyor. Ama zamana karşı sürdürülen bir savaşı kazanmak imkânsız. Galiba bunu bilmiyor

Ankara'daki rejimin batı standartlarından ne kadar uzak olduğunu artık bizzat Batı'nın kendisi açık açık ve yüksek sesle söylüyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkiye Raporunda, "gerek Anayasa'nın gerekse de temel aldığı Cumhuriyet ilkelerinin Avrupa standartlarına uymadığını" ilk kez bu kadar açık bir biçimde ifade etti.

Üstelik raporu hazırlayan parlamenterler çok farklı iki ayrı dünya görüşüne sahip. Birisi sosyalist Macar milletvekili Andras Barsony, diğeri Hıristiyan Demokrat Alman Benno Zierer. Ama ikisi de Türk Anayasası'nın "askeri bir rejim" altında kabul edildiği vurgulamakla kalmayıp, "Anayasa'nın bir kısmı 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan kalan ve şu an Avrupa Konseyi'nde yürürlükte olan kriterlere uygun olmayan ilkeler üzerine kurulu" diyorlar.

Avrupa Konseyi'nin kriterleri ise malum, evrensel bir demokrasi, tavizsiz bir insan hakları anlayışı ve yalansız dolansız bir piyasa ekonomisi.

Türkiye'deki "rejimin" niteliği çağdaş dünya tarafından her gün biraz daha deşifre ediliyor. Eskiden bunları burada söyleyenleri Ankara andıçlıyordu, bakalım Avrupa Konseyi için ne yapacaklar. "Şeriatçı" deseler ipe sapa gelmez bir suçlama olur, "ikinci cumhuriyetçi" deseler, yeryüzünün çağdaş standartlarını "İkinci cumhuriyetçilerin" temsil ettiği anlaşılır. Herhalde duymazdan geleceklerdir.

Rejimin adı: Avantacılık
Türkiye'deki rejimin ruhunu, Avrupalıların da söylediği gibi, militarizm oluşturuyor ama işleyiş biçimini de "siyasal avantacılık" şekillendiriyor.

Bunun en son ve en tipik örneğini Telekom hadisesinde yaşadık. Dünyanın herhangi bir ülkesinde iletişim şirketi yönetecek kalibredeki "profesyoneller"in işbaşına gelmesi için çırpınan Kemal Derviş bir anda yalnız bırakıldı. MHP'nin Genel Merkezi'nde sabahlamakta beis görmeyen bir genel müdürü görevde tutmakta da direnildi. Neden?

Uzmanların belirttiğine göre Telekom gibi bir şirketin bizim boyutlarımızda bir ülkede, yılda ortalama 5 milyar dolar kâr etmesi gerek. Türkiye'de ne kadar kâr ediyor? Bu, iki yıl önce 2 milyar idi, sonra bir milyara düştü, en sonunda da 700 milyona yuvarlandı. Neden?

Çünkü, Telekom'un 21 milyar dolar cirosu var. Yatırım ve istihdam açısından verimli bir kuruluş. Siyasal partiler burayı yemlik haline getirebiliyor. Geçici işçilere kadar kendi militanlarını yığmakla kalmıyor, en çok oy avlayacakları yörelere lüzumsuz yatırım yapmaktan da çekinmiyorlar. Bu siyasal avantacılık, şirketin kârlarını düşürüp duruyor, işin ehli olmayanların kuruma yığılmalarına sebep oluyor ve telefon şirketi bir siyasal partinin avanta deposuna dönüşüyor.

Zaten kavga da bu yüzden çıktı ve Derviş siyasal avantacılığa prim veren Ankara tarafından yanlız bırakıldı. Garipliğe bakın ki, dünya Türk halkının kendi siyasetçisi tarafından soyulmasını önlemeye çalışırken, siyasal sistem buna direniyor.

İhale Yasası ne oldu?
Türk halkının soyulmasının ve bizzat halkın kendisinin de uyuşturucuya alıştırılır gibi avantacılıktan geçinmeye alıştırılmasına dayalı bugünkü mevcut rejimin temel dayanaklarından biri de "ihale yasası". Siyasetçi, ihale mafyası tarafından finanse ediliyor, buna karşılık iktidar olur olmaz kendini destekleyen ihale müteahhidine "kamu ihalesi" pas ediyor. Siyasetçiyi finanse eden müteahhit mafyasına verilen kamu ihalelerindeki çalma çırpmaya da gene siyaseten göz yumuluyor. Soygun ağının en baba çarklarından biri olan bu mekanizma yüzünden depremlerde önce kamu binaları yıkılıyor, insanlarımız boş yere yitip gidiyor.

Telekom yönetim kurulunun değiştirilmesine direndiği gibi Ankaralı siyasetçi, ihale düzenin çapaksız bir hale getirilmesine direnmekte... Avrupa Birliği kendi içinde bu tür soygunları çoktan önlemiş, Türkiye'de de bu soygunu sona erdirmek için çalışıyor. Ama nafile.

Köylülerimize 7 milyar dolar
Siyasetçi, Türkiye'nin yeryüzü standartlarında yönetilmesini sağlayacak bir değişime gitmeyip, seçimden seçime kendisini garanti altına alacak kurnazlıklarla işi idare etmeye uğraşıyor. Devletin mefluç hale gelmiş olmasına da aldırmıyor.

Sulanabilir arazinin yarısını bile sulayamayan Türkiye, bu sorunu çözüp, köylüye refah sağlamak yerine, ürününe dünya ortalamalarının üzerinde fiyat verip onu tavlamaya uğraşıyor. Halbuki bu ürüne verilen fazla para enflasyon ile üreticiden misliyle geri alınıyor. Hazine, 2000 yılında köylüye 7.1 milyar dolar kaynak aktarıldığını açıkladı. Bu kadar büyük kaynağı, köylülerin oyunu avlamak yerine kalıcı bir zenginliği üretmek için kullanabilirdik. En azından sulama sistemlerini geliştirerek tarıma yardımcı olurduk.

Akıl yok, sopa var
Avrupa Birliği'nin standartlarına uymayan ve Türkiye'yi "Ankara'nın sömürgesi" olarak tutmak isteyen zihniyet örneklerini verdiğimiz talanı düzeltmek yerine, tek parti zihniyetiyle baskı yapmaya çalışıyor.

Anayasa Mahkemesi Fazilet'i Avrupa Birliği'nin ve dünyanın muhalefetine rağmen kapatıyor. Üstelik bunu yaparken, borsanın düşmemesine, seçime gidilmemesine ve ne garip ki, askeriyenin kızdıklarının cezalandırılmasına özen gösteriyor. Bizde telaffuz edilmek istenmeyen bu gerçekleri tüm dünya basını neredeyse tefrika ediyor.

Avrupa Birliği ise bunun çoğulculuğa uymadığını ve rahatsızlığını ifade ediyor. Ankara, "din devleti" tehlikesinden rahatsız ise bunu önlemenin en iyi yolu olan Avrupa Birliği tam üyeliği için neden gerekeni yapmadığı sorusuna da cevap vermiyor. Mevcut askeri nizamı, din devleti korkularını yoğunlaştırıp, bunu önleyecek gerçek bir çağdaş rejimi de uzakta tutarak sürdürmeyi kurnazlık sanıyor ama hep birlikte çöküyoruz. Dünyadan tecrit edilme tehlikesi de cabası.

Direnmek nafile
Ankara'nın bu yüzü hepimizi bunaltıyor. Kendisi gibi düşünmeyenlere iftira atarak yıpratmayı amaçlayan andıççılarını değil de yazarlarını, Neşe Düzel gibi dürüst gazetecilerini yargılayan, ana muhalefet partisini faulle kapatan, ihale yasasını değiştirmeyen, Telekom'a partizan atayıp burayı fakirleştiren, köylünün sorununu çözmek yerine ona işe yaramayan paralar dağıtan bu rejim ne yaparsa yapsın değişecek. Çünkü deniz bitti.

İşin hazin yanı, öylesine dibe vurduk ki, bu çağ dışı rejime bile muhalefeti dünya yapar oldu. "1923, Avrupa standartlarıyla çelişir" denince içerde kıyamet koparanlara, şimdi bunu yeryüzü söylemekte... Ankara şimdi 21. Yüzyılla savaşıyor. Ama zamana karşı sürdürülen bir savaşı kazanmak imkansız. Galiba bunu bilmiyor.

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır