kapat
30.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

Win-Türkçe
ASCII

 

Köpekler ve insanlar


Garip, ama büyüleyici bir film 'Paramparça Aşklar'. Her kahramanın bir köpeği, her köpeğin farklı bir öyküsü var. Köpeklerin kaderi, bazen ait oldukları insanlarınkini de değiştiriveriyor. Köpekler, insanlar kadar önemli
Meksika yapımı "Paramparça Aşklar"ın uzun serüvenini uzaktan da olsa izledim. 2000 Cannes şenliğinde ilk kez gösterildi, yankılar uyandırdı. Ben göremedim. Sonra sayısız festivale katıldı, yabancı film dalında Oscar adayı oldu, yolu İstanbul festivaline de düştü. Ve sonunda bu ünlü ve uzun (145 dakika sürüyor,) filmi İstanbul sinemalarında görmek kısmet oldu.

İnsan böyle ünlü filmlere çekinerek yaklaşıyor. Nitekim New Mexico fonunda geçen ilk öyküye pek ısınamadım. Kentin varoşlarından gelen, hepsi sapına dek serseri, köpek döğüşü gibi nefret uyandıran kanlı ve zalim bir yöntemle para yapmaya çalışan bu insanlar, bula bula ağabeyinin karısını ayartan şu genç adam ve diğerleri, sayısız gençlik filminde görüp tanıdığımız klişe tipler değil miydi? Üstelik kent sokaklarında dijital kamerayla (ya da videoyla) çekilip 35 mm'ye şişirilmişe benzeyen görüntüler de iç açıcı değildi.

DRAMLA ISINDIK
Ama iç içe örülmüş üç hikâyeden oluşan filme ısınmak için, ikinci hikâyeye geçmesi bile gerekmedi. Çünkü, daha ilk hikâyenin belli bir yerinden başlayarak, yönetmenin kumaşı, acınası kahramanlarına duyduğu derin sevgi, klişe durum ve kişiliklerden yola çıkarak yakalamayı başardığı yoğun insanlık dramı, yeterince etkili oluyordu.

Diğer iki hikâye bambaşka açılımlar ve farklı atmosferler getiriyordu. Bu kez orta sınıflardan ortayaşlı bir adamla, uğruna karısı ve çocuklarını terk ettiği güzel ve popüler bir mankenin aşkları söz konusuydu. Ama hikâye yine sürprizlere gebeydi: Birlikte yeni bir hayata başladıkları gün, güzel manken bir kaza geçiriyor ve yatağa çakılıyordu. Acaba aşkları bu deneyime de dayanabilecek miydi?

HER KÖPEĞİN ÖYKÜSÜ AYRI
Üçüncü ve son öyküde ise yıllarını hapiste geçirmiş eski eylemcinin, yıllar sonra, hem eski hayatının peşinde koşmak, hem de kiralik katilliği yüklendiği bir serüvenden sıyrılmak çabaları anlatılıyordu. Klişe durumlardan yola çıkıp alabildiğine özgün durumlara ulaşmak, dev bir megapolun hızla atan nabzının öğüttüğü farklı serüvenlere eğilmek ve iç burucu öyküler sunmak, yönetmenin üstesinden başarıyla geldiği şeylerdi.

Ve bu garip, ama büyüleyici filmde, köpekler neredeyse insanlar kadar önemliydi. Zaten asıl adı "Paramparça Aşklar / Köpekler" olan filmde, hemen her kahramanın bir köpeği, her köpeğin farklı bir öyküsü vardı. Ve bu küçük ve sevimli, ama kimi zaman öldürücü yaratıkların kaderi, bazen ait oldukları insanlarınkini bile etkiliyor, giderek değiştiriyordu.Kısacası "Paramparça Aşklar"ı görmek için birden çok neden var. Az bilinen Meksika sinemasından gelen önemli bir örnek olması, köpek-insan ilişkisine verdiği ayrıcalıklı yer ve içerdiği bambaşka duyarlılıklar, bunlardan sadece birkaçı...

Bir delikte dört kişi
'Delik' son yıllarda gençleri konu alan o kanlı-bıçaklı kıyım filmlerinden ayrı. Eli bıçaklı bir manyak ya da doğaüstü güçler yok. Ama delikte kapalı kalırsanız ne olabilir; rahatsız edici bir film tabii ki...

Gençlik üzerine gençler tarafından yapılan filmler son dönemde çoğaldı. Ne iyi... Hayatın özel ve önemli bir dönemi üzerine o dönemi henüz yaşayan kişilerin elinden çıkan filmler, en azından gençler açısından sevindirici olmalı... Diye düşünebilirsiniz.

Ne var ki, 'henüz genç olmak' gençlik üzerine iyi filmler yapmayı gerektirmiyor. Belki gençliğe bakmak için belli bir mesafe gerekiyor. Nicholas Ray "Asi Gençlik"i yaptığında 44 yaşındaydı. Ama bu, o filmin gençlik üzerine yapılmış belki en iyi film olmasını engellemedi.

ÜRKÜNÇ DELİK
Daha 17 yaşındaki bir yazar, Guy Burt tarafından (1993 yılında) yayınlanmış bir romandan yola çıkıyor "Delik". Ve bizlere garip ve ürkünç bir öykü anlatıyor. ABD'nin yıllık 30 bin dolar ücretli pahalı okullarından birinde okuyan ikisi kız dört öğrenci, okul ve aile düzeninden kaçmak için alışılmadık bir tatil planlıyorlar ve çevrede savaş sırasından kalma bir mahzene iniyorlar, bir beşinci arkadaşları da kapağı üzerlerine kapıyor. Burada geçirdikleri ve dışarı çıkmak olanağını bulamadıkları 10 gün, hepsi için trajik biçimde bitecek, aralarında tek hayatta kalanı bu korkunç deneyimi hatırlamakta bile zorlanacaktır...

"Delik" son yıllarda gençleri konu ve de kurban alan o kanlı-bıçaklı cinayet ve kıyım filmlerinden ayrılıyor. En azından burda eli bıçaklı bir manyak ya da doğa-üstü güçler yok. Herşeyin temelinde son derece güçlü, ama o ölçüde sağlıksız bir duygu, bir büyük tutku yatıyor. Bu önlenemez tutku, aslında sıradan bir kişiyi nerdeyse bir canavara dönüştürüyor. Amerikan okullarının yüzeysel, gösterişçi, flörtçü, her şeyi çok erken yaştan itibaren tanımış olmanın bunalımını yaşayan sağlıklı ve çekici gençleri, bu korkunç deneyimin hem kurbanları, hem de cellatları oluyorlar.

ERDEM Mİ?
Filmi "Çığlık" ya da "Geçen Yaz Ne Yaptığını Gördüm" tarzı kıyım filmlerinden ayıran bu temel farka karşın, "Delik" sonuç olarak sıradan, üstelik sevimsiz ve rahatsız edici bir film. Kimileri bu "rahatsız ediciliği" bir erdem sayabilirler, ama bana öyle gelmedi. Anlatımı ise yer yer klasik, yer yer birden çıldırıp video-klip estetiğine sapmaktan gelen bir tutarsızlığa sahip. "Amerikan Güzeli"yle tanıdığımız Thora Birch dışındaki oyuncuların belli bir amatörlüğü yenemedikleri film, görülebilir, ama görülmese de pek bir kayıp olmaz doğrusu.

Atilla Dorsay al.dorsay@superonline.com


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır