Bugün pes ettim!... Ve peşini bıraktım! Bakmadım televizyonda ekranın yanından akıp duran rakamlara...
Önünden geçtiğim döviz bürosunun ışıklı tabelasına da bakmadım.
Şubattan önce hiç bakmadığım dolar kuruna, aylardır günün ilk işiymiş gibi bakıyordum.
Beni çok ilgilendiriyormuş gibi (ne yazık ki ilgilendiriyor; beni, sizi, hepimizi... Kuru öyle yaptılar!) önce ona bakıyordum. Gözüm, kulağım kendiliğinden dolar kuruna endekslenmişti...
Sen misin yıllarca ekonomistlerle "kendilerini gerçekten işe yarıyor sanıyorlar; oysa ekonomi onların işine yarıyor" diye dalga geçen!.. Hayatta seninle böyle geçiyordu dalgasını işte.
İki kriz yaşamış bir vatandaşsan; bir de üstüne üstlük gazeteciysen, bir "köşe" tutmuşsan, görev gibi de bakıyorsun dolar kuruna!
Cezalı çocukları biraraya koydukları koğuşun kapı arkasına müdürün bıraktığı kızılcık sopaları gibi, aynı zamanda! Orada bırakılmış bir sopa gibi dalgalı dolar kuru! Gözünüz ister istemez takılıyor; aklınızdan türlü çeşitli kötü senaryolar geçiyor. Cezalısınız ya!..
Ama bugün pes ettim; hatta isyan ettim!
Beşiktaş'taki ıhlamur ağaçlarının altından geçerken sildim kafamdan dolar molar kuruyla ilişkimi...
Ağaçların gölgesinde soluklandım. Güneş tutulmasına daha çok vakit vardı ve İstanbul çok güzeldi!
Acılarını, sıkıntılarını, kuşkularını belediyenin dev çöp kamyonuna yükleyip arkasından kıs kıs gülerek bakan kalender bir esnafı andırıyordu koca şehir...
Bakmayacağım doların günlük kuruna; artık ne hali varsa görsün; ne halimiz varsa görelim! ("IMF'e hayır; IMF'e evet!" kapışmasıyla da ilgisi kalmadı tabii bunun; artık "hayata evet, hayata hayır!" tartışması halini aldı çünkü!)
Dolar yukarıda duruyor, orada durmakta ısrar ediyor.
Fakat biz iyice aşağıdayız. Düştükçe düşüyoruz...
Benim kafam istihdam sorunlarıyla dolu daha çok. (Sakın ekonomistler bana "ama.." diye başlayıp ekonomik program ve gerekçeleri anlatan sakin kafalı elektronik mektuplar atmasınlar! Biliyorum, biliyorum da...)
"Meleğim şimdi içerde uyuyor; ben salonda ağlıyorum! Önce kriz sonrası onun işleri; ardından da aramız bozuldu. Önümüzdeki ay boşanma davamız var! Ben 400 kişinin işten çıkarıldığı bir yerde-toplam 600 kişi çalışıyor zaten- işte kalanlardanım, belki idare ederim. Ama onun bundan sonra pek şansı yok! Aklım hep onda kalacak" diyen mektubun sosyolojisi daha çok ırgalıyor beni...
Gece uykularımı kaçıran, mali sektörün ve siyasetin sarsaklıkları değil, bu insanların dünyası, yani bizim dünyamız!..
Daha önce de yazdım; işten çıkarmaları ekonomik uygulamalar içinde kaçınılmaz bir sonuç olarak görebilirsiniz. Oysa işlerini kaybedenleri en çok sarsan şey sosyal bakımdan "değerlerini" de kaybettiklerini düşünmeleri...
Bir de kriz şantajının kurbanları var: Ücretleri düşürülenler. Yaşantı ve hisler açısından bakarsanız; "Değeri" düşürülenler!..
Sonra gençler var: Onlar hiç "ekonomist" olmadıkları(!) ve bir de genç oldukları için, ne kadar krizden filan haberdar olurlarsa olsunlar, "mezun oldum, hâlâ iş bulamadım; işe yaramama duygusu beni depresyona sürüklüyor" diye yakınıp duruyorlar.
Madalyonun bu yüzündeki krizde Kemal Derviş filan değil, gerçekten derviş mi olmak gerekiyor?
Birileri bunu anlatmalı...