Samsun-F.Bahçe maçı öncesi Aziz Yıldırım'la aramızda yaşananlar, bazı ağabeylerimizin katkılarıyla meslek ve karakter sorunu haline getirildi. İlk kısma biz de katılıyoruz. Hiçbir yönetici, sıfatı ne olursa olsun, yazdığı haberden dolayı bir gazeteciye hesap soramaz. Bunu herkesin içinde hiç yapamaz. Yıldırım, ayrılacağına dair yazdığımız habere maç günü yayınlanması nedeniyle tepki gösterip, vatan hainliği suçlamasında bulunmuştu.
Gelelim 2. kısma. Bu olay başkan yardakçıları ve mesleki kıskançlar tarafından öyle bir çarpıtıldı ki, ne yediğimiz küfürler kaldı, ne de atılan tokatlar. Dedikodu çarkına kapılan Naci Arkan ve Ali Sami Alkış, başkan Yıldırım'ın bu hareketindeki yanlışlığı vurgulamak isterken, bizde de ne karakter bıraktılar ne de namus.
Duyduklarını kaleme almadan önce, bir telefon çevirip, olay hakkında bilgilenme zahmetine bile katlanmadılar. Yanlış yazdıklarına tepki gösterince, bu kez güdümlü saldırı politikasını seçip, çerçeveye ailemizi ve işyerimizi kattılar. Bu dedikoduları çıkartan yalakalar kadar, onlara inananlar da bence aynı yapıda. Sorun gazeteci saygınlığı ise, dibine kadar beraberce savaşalım. Ama bağcıyı dövmek istiyorlarsa, yanlış adama çattılar.
Ailemi F.Bahçe'den yazdığım haberlerle kazandığım paradan geçindiriyorum. Hepsi de helaldir. Ne başkana ne başka birine göbek bağımız olmadı. Bir haberi yazarken de "Acaba ne der?" telaşına hiç kapılmadık.
Bize hakaret edilirse cevabını vermeyi biliriz. Ama onlar gibi dedikodu peşinde koşmadan, bileğimizin gücüyle, gerekirse kimse duymadan işimizi hallederiz.
Arkan ve Alkış, bu olayda bana değil, dedikoduculara inanmayı tercih ettiler. İnsan, karşısındakini kendisi gibi bilirmiş.