kapat
13.05.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

ciceknet

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

İnsana ne oldu?

İnsanlar gibi toplumlarda da, "denge istisna", değişim ve değişim sancısı, yani bir tür "bunalım kural"dır. Değişim ona uyum sağlamayı, ona göre yeniden yapılanmayı, esnekliği gerektirir.

Aksi takdirde, ya "kaos"a teslim olunur ya da kaosu zapturapt altına almaya çalışan bir merkezin, meşruiyetini bu merkezden alan başına buyruk siyasetin "tahakkümcü hükümranlığı"na...

Böyle olduğu anda siyaset; toplumda olup biteni, kültürel alandaki seyyaliyeti izleyemez. Topluma ve kültüre ait olan, kendi başına bir dinamizm kazanmış gibi görünse de, aslında içten içe siyasete bağımlı hale gelir, onun rotasına tâbi olur.

Şüphe yok ki; böyle anlarda topluma, kültüre ait bulunanın "özgürleştici olduğu sanısı", siyasete küçümseyici bakışlar üretir, onu marjinal ilan eden duruşlar yaratır; garip bir çoğunluk, siyasetle özdeş kıldığı insan hakları sorunlarını, düşünce özgürlüğünü, demokrasiyi ve işlevlerini hafifsemeye başlar.

Ama bu gerçeği değiştirmez...

Siyaset karşısında toplumsal ve kültürel alanın "özerkliğinin" zedelenmesi, sadece mağdurlar açısından değil, konumları ne olursa olsun toplumun tüm bireyleri açısından faturası ağır olacak ciddi bir problemdir.

Arka arkaya alınan bazı ekonomik kararlar, dış dinamiklerin masalımsı bir hal alması, Kemal Derviş'in ekonomide attığı bazı adımlar ve siyasi duruşu gibi sıcak hadiselerin son derece sınırlı ve genel istikameti etkilemeyen anlamları bir yana bırakılırsa; ülkedeki genel hava ve yapıya bakılırsa, Türkiye'nin izlediği güzergâhın da bu olduğu söylenebilir.

"İnsan, katılım, talep unsurları tedrici olarak rafa kaldırılmış", siyasetin içi boşaltılarak "yapısal bir vesayet rejimi tesis edilmiş", içi boşaltılmış siyaset, görünmez bir girdap gibi önce kendi oyuncularını yemiş, ardından iyiden iyiye daralttığı toplumsal alanı tamamen emmeye, tümüyle emmeye yüz tutmuştur.

İlginçtir; Türkiye, hâlâ, olup biteni "toplumsal", "kültürel", "ahlaki" sanıyor.

"Cemaatçi", "kavgacı", "rantçı" tavırlar alıp bu tahakkümü pekiştiriyor.

Ne bu süreci başlatan sorunlara ilişkin bir adım atılıyor; ne soru sorulabiliyor ne de tartışılabiliyor...

Her soru, her tartışma çabası "yıkıcılık, bölücülük, düşmanlık" olarak yaftalanıyor, yerden yere vuruluyor, tartışan tarafın kimliğine, tutumuna, muhalifliğine işaret edilerek tartışmalar geçiştiriliyor.

Tartışma ve soru olmayınca sorunların ortada kalması kaçınılmazdır...

312. Madde meselesi, Kürt sorunu, HADEP meselesi, cezaevleri, MGK, demokratikleşme... Hepsi ortada kalan, ortada bırakılan sorular bugün.

Bilmek gerekir ki, sorunların ortada kalması ne denli ciddi meseleyse; bizim gibi "merkeziyetçi bir zihniyet ve yapıya" sahip, devlet ile siyaset ilişkisini tamamen birincisinin egemenliğine bırakmış "yarı şarklı" toplumlarda, devletin önerdiği çözüm reçetelerinin başarız olması, o denli ciddi bir mesele haline gelir. Ve devlet hükümranlığındaki siyasi alanda yaşanan kavgalar; jandarma tartışmalarında, yolsuzluk kapışmalarında, özelliştirme merkezli siyaset dalaşında, askerin denetim alanı genişletme girişiminde olduğu gibi kötü kokular saçmaya başlar.

Bıktırıcasına söylediğimizi, akılara iyice nakşolsun diye bir kez daha tekrar edelim:

Toplumu siyasete, siyaseti devlete endeksleyen, siyasi alan kadar devlet alanını da zaafa düşüren tehlike, bugünlerde sanıldığı gibi küçülmüyor; tersine, büyüyor.

 
Ekonomik programın başarıya ulaşacağına inanıyor musunuz?

Evet
Hayır

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır