kapat
23.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

Kangurum

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Medyasoft
 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Şarap içen bir adam

Bir uzun cadde... Mevsim kış... Hava keskin ayaz değil ama soğukça... İnsanlar paltolu, pardesülü, şapkalı, kasketli, atkılı, eldivenli...

İçki de satılan, yemek de yenen, çayla kahve de içilen meyhane azmanı bir pastane-lokantanın içinde bir adam; sırtındaki yağmurluğu çıkartmadan ayağının birini önündeki tabureye, dirseğinin de birini önündeki daracık tezgâha dayamış, ayakta şarap içerek, ta karşısındaki vitrinden dışarıya bakıyor.

Kim bu adam, bilmiyoruz. Tek başına neden orada şarap içiyor o saatte; onu da bilmiyoruz. Adamın kimliği de, neden orada, o saatte şarap içtiği de önemli değil zaten...

Ama adamın vitrinden seyrettiği manzara ilginç...

Pastane-lokantanın vitrini, tam dışarıdaki otobüs durağının önünde ve içinde de çeşit çeşit pastalar, börekler, sandviçler, tatlılar var.

Otobüs bekleyenler, ellerinde olmadan vitrine yaklaşıyor, albenili yiyeceklere bakıyorlar.

Lokantada, ayakta, dirseğine yaslanmış şarap içen adam da; akvaryumdaki balıkları seyreder gibi, camın ötesinden yiyeceklere gelen insanların yüzlerini seyrediyor...

Dışardakiler; birinin içerde kendilerini seyrettiğini bilmediklerinden, en doğal tavırlarıyla bakıyorlar böreklere, çöreklere.

Ve gayet garip, fareden kediye, tilkiden çakala, ne kadar etobur yaratık, yiyebileceği birşeylere nasıl yaklaşıp bakarsa; insanlar da aynen öyle yaklaşıp bakıyorlar lokantanın vitrinine...

Şişman bir kadın, dilini alt dudağının boyası üstünde hafifçe gezdirerek, vitrinde ne var ne yoksa, hepsine tek tek bakıyor...

Kadın, otobüs göründü sanıp geri çekildi...

Kısa kesilmiş kırçıl bıyıklarının uçları yukarı doğru azıcık kıvrık; siyah balıkçı şapkasını kulaklarına kadar geçirmiş, keyfinden sessiz bir ıslık çalan enerjik yüzlü bir erkek; "Vay vay vay, neler neler varmış burada" der gibilerden bakıyor.

Onun gerisinden iki genç kız; hem aralarında konuşuyor, hem de gözleriyle vitrini, kulaklarının birbirine açılmış dikkatini çalmadan, tarıyorlar.

Yüzü buruşmuş, kaşları kalkık, ceketinin iyice kapattığı iki yakasını iki eliyle sımsıkı tutan bir yaşlı adam daha yaklaştı...

Adamın kaşları, vitrindeki yiyecekleri görünce, şaşkınlıktan kalkmamıştı. Vitrine yaklaşırken de kalkıktı kaşları. Ama sanki vitrindeki yiyecekleri görünce, afallayıp kalmış gibi görünüyordu, yakasını kapatıp sımsıkı tuttuğu dar ceketiyle...

Derken, hepsi birden dağılıverdiler. Besbelli otobüs geliyordu.

Vitrinin önü bir süre boş kaldı.

İçerdeki adam, bu ilginç akvaryumun boşluğunda: - Nerede kaldınız yahu, haydi yine toplansanıza, diyen gizli bir sabırsızlıkla gözetleyip duruyordu vitrini...

Ve babasıyla bir çocuk yaklaştı. Çocuk iyice yaklaştı vitrine. Burnunu cama dayayıp öyle bakmaya başladı. Burnu camda yassılaşmış, pastalarla, tatlılara bakan şirin bir çocuk yüzünün yanında; babasının, aynı iştahlı titreşimleri taşımayan bakışları; yaşam doymuşluğunu mu, yoksa çocuk tazeliğinin yanında, yaşam bayatlığını mı yansıtıyordu; kestirmek kolay değildi.

Süslü püslü genç bir kadın da yaklaştı vitrine... Kapişonunun önünden taşan, dalga dalga siyah saçları vardı. Duru mat bir teni; Yahya Kemal'in "Endülüs'te Raks"ı yazarken aklına getirdiği şeyi hemen akla getiren; dolgunca ama çok güzel çizimli dudakları vardı... Yazık ki bacakları görünmüyordu. Görünse de herhalde çizmeli olmalıydı...

Süslü püslü genç kadın vitrine bakıyordu. Abartmalı olmayan bir "canı çekmeyle" bakıyordu. Tıpkı içerideki adamın da ona baktığı gibi...

Bir delikanlı geldi uzunca boylu... Yan gözle şöyle bir baktı kadına, sonra vitrine bakmayı yeğledi... Yanındaki kadının kokusundan içi gıcıklandığı; vitrindeki yiyecekleri, görmeyen gözlerle inceler gibi yapmasından belliydi...

İçerideki adam, yarısından aşağı inmiş bardağı dikti ağzına... Üç yudumluk birden içti. Bundan başka yapabileceği şey yoktu. Çakırkeyifliliğin, iç sansürü hafifleten cesaretiyle, gıdıklayıcı düşlere doğru azıcık kaymak istedi.

Yatağının ucuna oturarak; ayak ayak üstüne atıp, dikkatle çorabını sıyıran bir kadın... Sabahleyin yatağında mahmur gözlerle hafif gerinen bir kadın... Şıkır şıkır bir banyodaki aynada, kendisine profilden bakan bir kadın... Siluetleri geçti özlemlerinin penceresinden...

Ama daha öteye kadar götüremedi düşü... Şiirsel bir arzulanma, salyalı bir açlığa kadar varamadı...

Düşsel gücünün efendiliğini beğendi adam.

Orta yaşlı bir karı-koca geldi vitrinin önüne...

Koca, uzman ciddiyetiyle bakıyordu yiyeceklere; kadın, "Hiç de fena değil" gibilerden bakıyordu...

Ön ve geri plandan aynı şeylere bakan insan yüzleri, mide gerçeğinin tüm flamalarını çekmiş, pupa yelken dalıp gidiyordu pastalarla çöreklere...

Ve derken hepsi birden yine dağılıverdiler...

İçerdeki adam da ödedi şarabın parasını; elleri ceplerinde, yağmurluğuyla kaybolup gitti uzun caddenin derinlikleri içinde...

Kendisini de, masasında oturan bir yazarın gözetlediğini bilmeden...

Not: 18 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"ten...

 
Gündemi en çok nereden takip ediyorsunuz?

İnternet Haber Portalları
Günlük Gazete
Televizyon
Radyo

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır