kapat
15.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

Kangurum

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

'Kaya' ekmeği ve kırklama yılları


Harmanına çöp dahil saman ve koçan ezmesi de karışan tava ekmeği, halk arasında kaya ekmeği diye anılırken, Pera'daki renkli hayatın kadınlarına paralar serpiliyordu. Çeşmelerde ve kuyularda suların bittiğini, su gibi akan şampanyaları görenlere inandırmak çok zordu
Loş ışıklar gizemli bir çizgi halinde Haliç ve Boğaz'a aynı çekicilikle düştüğünde, gündüz gecenin koynuna girmek üzereydi. Ama aşıklar her yere aynı parlaklıkta yansımıyor, bazıları alçak mekânlarda kırılmalara uğrayarak tekrar karanlığa dönüşüyordu. Bir tarafta vitray zenginliğine erişen ışık kümeleri, bir tarafta siyah tabloyu andıran ve yoksulluğa düşen titrek mum ışığı...

RENKLİ HAYAT
Kapıları eşitlikle çalmadığı 1915 yıllarında Dersaadet'te yokluk önce insanla başlamıştı. Kasımpaşa ve Haliç'te kıyıya çekilen kayıklar, kürek yerine top çeken sahiplerini bekliyordu. Ardından başka bir emir gelecekti:

"Ol babdaki emre tevkifen Kadıköy-Boğaziçi vapurlarında yolculuk yasaklanmıştır." Kömür de yoktur, yolcu da...

İstekler, emirler ve yasaklar ardı ardına geliyordu. Kilerler boşalmış, ekmek ortadan kaybolmuştu. Fırınlar kapalıydı, çünkü bütün pişirici fırıncılar cephelere celbedilmiş işin içine fırsatçılar ve stokçular girince ekmek sıkıntısı başlamıştı. Paşa konakları ile zengin yalılarında yine de yanıyordu ışıklar. Cephedekiler peksimet bulamıyor, üst sınıf beyaz ekmeği sofrasına getiriyordu.

Pera'daki büyük oteller ile gazinolarda renkli hayatın kadınlarına paralar serpiliyor, yorganları Alman parası ile kaplanıyordu.

Çeşmelerde ve kuyularda suların bittiğini, su gibi akan şampanyaları görenlere inandırmak mümkün değildi.

ACI VE SEFALET
Dersaadet'i yokluk ve bunalım krizi tutmuştu. Kimileri siperde, kimileri yatakta haykırıyordu. Bazıları kefensiz, bazıları ipek çarşafta yatıyordu.

Mısır tohumundan ekmek, sofralara iyice yerleşmişti. Harmanına çöp dahil saman ve koçan ezmesi de karışan bu "tava ekmeği"ni dişler ısıramadığı için halk adını "kaya ekmeği" diye değiştirecekti. Toz şekeri, toz olup uçup gitmiş, dörtköşe kesme "Avusturya şekeri" krizin zorunlu tasarruf yöntemi ile "kırklama" haline gelmişti.

Ne var ki dişle koparılan taneler giderek zerrecikler haline gelecek ve "kırklama" usulü de lüks olacaktı. "Vesika" kapıya dayanmıştı. Kişi başına günde 2-3 gram et düşüyordu. Yedikule Mezbahanesi'nden haftada 150 gram et alabilmek için önce tramvayda, sonra da kalabalıkta yer bulmak gerekiyordu. 150 gram et için geceden yola çıkan ve sıra kapmaya çalışan halk için hayat yaşanır gibi değildi.

Kriz öylesine gelmişti ki, ölüm bile pahalı olacaktı.

Kefen bezi olmadığından hasır kullanılmaya başlanmış, halk "üç beyazlar" adını verdiği un, şeker ve bez yokluğu ile hayatından bezmişti.

Türkiye büyük bir hızla acı ve sefalete sürükleniyor, Avrupa körüklediği bu sefalet ateşine benzin döküyordu.

Askere fanila kaput, urgan
1800 sonlarından başlayan savurganlıkta lüksün yıkılışına ön ayak olmadığını kimse söyleyemezdi. Sadece Ege çevresinde 1.750.000 liralık petrol ithalatından daha fazla incik boncuk ithalatı gerçekleştirilmişti. Yıllar geçiyor ama devirlere sadece talan ve soygun devrediliyordu. Harb-i Umumi kapıya dayandığında ülke sosyal tükenişin teslim bayrağını çoktan çekmişti. Çiçeğin bile Avrupa'dan ithal edildiği bu dönemde memleket "diken üstünde"ydi.

Fakir ülkenin yüreği zengin insanları, "İstiklâl Madalyaları"nı almak için gerekli olan harç parasını bile yatırmaktan acizdiler. Misak-ı Milli sınırları içinde, kala kala 12 milyon insan kalmıştı (1923). İnsanların hasta olmaması gerekiyordu. Çünkü toplam 25 hastane, 3 bin küsurluk yatak kapasitesi, 125 hemşire, 357 ebe ve 1000 doktorla "Sağlıklı Türkiye" kurulacaktı.

Ama yine de yürüdüler bağımsızlık yolunda. Askerlerine giysinler diye çorap ve don ve fanila ve kaput ve urgan verdiler... "Yok olursa zillet, payidar olur millet" diyerekten...

Ben o aşılmaz seferberlik ve Cumhuriyet yollarında meçhul yurtseverlerin izini sürmüş bir nesilden geliyorum. Krizler görmüş, krizler yaşamış ama hiç krize yenilmemişlerin hâlâ varolduğunu biliyorum.

İstesin Türkiye... O yurttaşlar "namerde muhtaç olmasın Türkiye" diye yine verecektir.

Bir elinden öbür eline verir gibi. Hem de yürekten...

Ergun Hiçyılmaz

 
Gündemi en çok nereden takip ediyorsunuz?

İnternet Haber Portalları
Günlük Gazete
Televizyon
Radyo

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır