kapat

19.03.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Limasollu
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Kurban Bayramı
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Bir çocuğun hiç yazılmamış öyküsü

Gökyüzünün çok uzaklarında miniminicik kuşlar uçuşuyordu.

Sarmaş dolaş, harmanlanarak uçuyorlardı.

Galiba beyazdılar.

Bazen güneşten birkaç ışık ipliği vuruyordu üstlerine.

Göz kamaştırıcı oluyorlardı.

Sonra bir bulut gölgesinde kaybolur gibi oluyorlardı.

Ama kaybolmuyorlardı.

Bir çoçuk başını kaldırmış öyle bakıyordu, gökyüzünün çok uzaklarındaki miniminicik kuşlar yumağına..

Onların arasına katılmak güzel olmalıydı. Avare özgür... Belki de şen çığlıklı... Çocuk yerdeydi.

Kuşlar çok yükseklerde...

Ne çocuğun kanatları vardı onların arasına doğru uçup gidecek, ne de kuşların merakı vardı yerden kendilerine özlemle bakan çocuğun gönül ufuklarına doğru bir dostluk kavisi çizecek...

Çocuk yerdeydi.

Kuşlar yükseklerde, çok yükseklerde...

Ve haberleri bile yoktu bir çocuğun kendilerine, yalnızlıkta ısınmış bir aşkla, arkadaşlıkla, yüreğini gözbebeklerinde ışıklandıran bir istek şavkıyla baktığından...

Baharlar bahar, yazlar yaz, güzler güz, kışlar kış gibi geçip gidiyordu. Çocuk hep aynı yerdeydi.

Kuşlar hep aynı yerde...

Galiba beyazdılar.

Sarmaş dolaş, harmanlanarak uçuyorlardı.

Yıllar mı geçti, saniyeler mi?

Bunu hiçbir bilen yok.

Belki bahardı, belki yaz, belki güz, belki kış...

Gökyüzünün çok uzaklarında uçuşan miniminicik kuşlar, rüzgarlana, dalgalana yaklaşmaya başladılar çocuğa doğru...

Demek onlar da görmüşler; bütünleşmeye geliyorlardı.

Çocuğun yüzünde bir mutluluk gülücüğü...

Kolları havaya kalkmış, parmakları açık ve gergin...

Savrula sallana, dağıla toplana, ipeklenmiş güneşler, güneşlenmiş ipekler gibi yaklaşarak geliyorlardı..

Bir süt bebeğinin gerinmesindeki yerçekimsiz mutlulukların izleri vardı, çocuğun çocuk yüzündeki çocuksu çizgilerde..

Geliyorlardı...

İpeklenmiş güneşler, güneşlenmiş ipekler gibiydiler...

Yaklaştılar, yaklaştılar...

Belki de çocukla karmakarışık olup, yeniden uçarak gideceklerdi gökyüzüne...

Ama öyle olmadı. Bir şaşkınlık... Bir taş kesilme... Meğer onlar, miniminicik kuşların nerede yolunduğu bilinmeyen, miniminicik tüyleriymiş...

Çocuk istemiyordu onların yere düşmesini..

Uçsunlar istiyordu.

Miniminicik kuşlar gibi gökyüzüne doğru yine uçsunlar...

Ama tüyler tek tek dökülüyorlardı.

Çocuk ciğerlerinin bütün gücüyle avurtlarını şişirmiş, önlemeye çalışıyordu bembeyaz tüylerin düşmesini...

Gücü yetmiyordu.

Tek tek düşüyorlardı.

Bir tanesi vardı ki, çok güzeldi. Hiç değilse o düşmemeliydi. Çocuk, ölmüş bir kelebeğe can vermek isteyen bir İsa mucizesiyle, o en güzel tüyü havada tutmaya çalışıyordu.

Ciğerleri körükleniyor, avurtları şişkin, sönmeyecek bir rüzgar olmaya çalışıyordu...

Tüy yere doğru yaklaşıyor, azıcık yükseliyor, yalpalı kaymalarla çaresiz iniyordu...

Kimsecikler görmemiş, bilmemiş ama bir yerlerde yıkılıp kalmış bir çocuk varmış. Yere inmesin diye uğraşıp durduğu o bembeyaz tüy de, gelip göğsüne konmuş.

Not: 13 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"den...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır