Geriye dönüp baktığımda bayramları hep mutlu, gülümseyen anılar olarak hatırlarım.. Yorucu, sorumluluk dolu yaşamlarımızda ailece ve milletçe birlikte bir heyecanı, coşkuyu, hareketliliği paylaştığımız, sıkıntılarımızı hiç değilse birkaç gün için unutarak yiyip, içip, eğlendiğimiz kısa zaman dilimleri olarak..
Bu bayram ne kadar gayret etsem de, hepimiz ne kadar gayret etsek de aynı coşkuyu duymamız mümkün değil, biliyorum. Ama bütün öfkemize, sorumlu olmadığımız halde içine düşürüldüğümüz bunalımlara sıkıntılara rağmen iyi bildiğim bir şey daha var; ümidimizi asla kaybetmememiz, hayata asılmamız gerektiği..
Kendimiz için olduğu kadar çocuklarımız için bunu başarmak zorundayız. Bu gerçeği çok genç yaşta öğrendim.
27 Mayıs 1960'da çocuktum. Ama annemin, büyük bir haksızlık sonucu bir anda yapayalnız bırakılan annemin çok kısa bir sürede kendini toparlayarak bize umutsuzluğu, mutsuzluğu hissettirmemek için nasıl insanüstü bir gayretle hayata asıldığını gayet iyi hatırlıyorum.
Demokrat Parti milletvekili olan babam 27 Mayıs öncesinde, sadece o dönem, seçimde kaybettiği için Meclis'te değildi. Buna rağmen 27 Mayıs sabahı onu da alıp götürdüler.
Daha sonra yaşamı boyunca parlamenter olarak görev yapan, dürüstlüğüyle Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü başta olmak üzere rakip partilerin bile takdirini kazanan babam bir suçlu gibi askerlerin arasında götürüldü.
Boynumuz bükük öylece bakakaldık arkasından..
O günden sonra yaşadığımız zor aylarda, sıkı bir cumhuriyet kadını olan öğretmen annemin gözlerinin yaşardığını, bize bir an dahi zayıf göründüğünü hatırlamıyorum.
Aynen Fransız İhtilali'nde olduğu gibi garip bir jurnalcilik dönemi yaşanmaktaydı. Okulda öğretmen arkadaşları arasında bile cephe alanlar, ihbar edenler, o dönem siyasette olmamasına rağmen ihtilalden babam sorumluymuş gibi anneme saldıranlar vardı.
Bunların hepsine sessizce katlandığı gibi bize ne bayramlarda ne de diğer günlerde bu haksızlığın burukluğunu yaşatmadı.
Daha sonra başka darbeler de gördük.
Çok zor dönemler geçirdiğimiz oldu ama yıkılmadık. Yaşamın devamının imkânsız göründüğü, karanlık, bulutlu günlerin ertesinde güneş yine doğdu. Ufukta yeni imkânlar belirdi ve bize o zor günleri unutturdu.
Her sıkıntının, her haksızlığın sonunda, mücadeleye devam edersek yeniden kazanabileceğimizi böyle öğrendim.
Bugün de güneş yeniden doğacak diyorum.
Bu bayram sabahında da gülümsemeyi ve çocuklarımızı gülümsetmeyi başarmalıyız. Tüm zorluklarımıza rağmen.
Biz ruh yapısı güçlü bir milletiz. Bunu, yaşadığımız onca olayda fazlasıyla ispatladık.
Yine dayanacak ve bugünleri de atlatacağız.
Güneş herzamanki gibi yine doğacak!
Oysa milletvekillerinin korkmasına hiç gerek yok, asıl gerçek aşk bundan sonra ortaya çıkacak.
Eşlerini seven, evliliği sağlam temellere oturmuş kadınlar için bu yasa değişikliğinin fazla bir anlamı olmayacak. Eşlerini seven, aşkın, evliliğin gereklerini yerine getiren erkekler için de..
Sorunu, kadını tapulu malı gibi görenler yaşayacak.
Zaten bu yasaya karşı çıkan milletvekilleri medeniyete, insan haklarına, eşitliğe karşı çıkmış oldukları gibi kendi evlilikleri hakkında bir fikir de vermiş olacaklar.
Hepsini tek tek yazacağız!
Yine de nasıl kibar, nasıl zerafetle söylüyor. Bir ay sonra direnci aynı durumda olacak mı merak ediyor insan.
Bütün gazetelerin, bütün siyasilerin, bütün halkın tek konusu o.. Varsa, yoksa Derviş. Oysa aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken bir şey var; Şu anda, Dünya Bankası, IMF ve dünyanın tüm gerekli kuruluşlarının güvenini kazanmış olan bu değerli ekonomisti en iyi şekilde korumak ve çalışmasını sağlamak zorundayız. O tek ümidimiz.
Şu sıralarda siyasiler de ona itiraz edemiyorlar çünkü bugüne kadar hepsinin batırdığını, o temizleyecek. Bununla birlikte, bu sessizliğin uzun sürmeyeceğini de biliyoruz. Ekonominin düzelmesi için partilerin çıkar kapıları kapanmak zorunda olduğundan, köşebaşlarını elinde tutanlar eski özgürlüklerini kaybedeceğinden kısa süre sonra parazitler başlayacaktır. Cumhurbaşkanını önerenler nasıl kısa süre sonra ona kendileri karşı çıktılarsa, Kemal Derviş'e de çıkabilirler.
Hele bir Dünya Bankası ve IMF'den paralar gelsin, görün bakın neler olacak.
Hiç değilse şu birkaç hafta hepimiz onu rahat bırakmalı, ortama alışmasına ve bu gibi durumlara hazırlanmasına yardımcı olmalıyız.
Ve o da her uzatılan mikrofona konuşmak zorunda olmadığını bilmeli.
Basın danışmanlarının Derviş'i uyarması gerekiyor.