kapat

18.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Yurttaş Nazım!
Aslında son sözü Bekir Coşkun söyledi: "Bence, Nazım'ı bu adamların elinden kurtarın" Evet, "Nazım'ı, hakaretlerden, münasebetsiz ağızlardan, tükenmiş vicdanlardan kurtarın" diye çığlık atıyor, "Vazgeçin, yurttaşlığı iade etme onurunu bunlara vermeyin!" diye son noktayı koyuyordu yazısında Bekir Coşkun.Oysa ne de güzel başlamıştı her şey.

Gazetelerimiz, geçen hafta başında, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın iyi niyetli çabalarını duyurmaya başlamış, Nazım'ın büyükçe boy fotoğrafı manşetleri süslemiş, "Nazım yurttaşımız oluyor yeniden!" diye başlıklar atılmıştı.

HAKARET TURU
Tüm bunlar, yarım asır önce yapılan bir "hata"nın iadesinden başka bir şey değildi. "Nazım Yılı"ndan mülhem, hoş bir rüzgar esmiş, Kültür Bakanı Talay da sık sık yaptığı açıklamalarla "devlet" adına Nazım'ın yurttaşlığıyla ilgili ilk işaretleri vermişti.

Ve sonra hazırlanan kararnameye Şair Başbakanımız Bülent Ecevit, ilk imzayı attı. Fakat o ilk imza, keşke atılmasaydı!

Çünkü o andan itibaren bakanlar arasında imza turu yerine "hakaret turu" başladı. Hem de öyle hakaretler ki, Nazım, böylesini ne cezaevindeyken, ne de yurt dışına çıktıktan sonra yemişti.

"Nazım şiiriyle kongre açan parti"nin bir bakanı, birkaç gün önce mikrofonlar karşısında müstehzi müstehzi gülüyordu: "Ancak Nazım mezarından kalkar, bize gelip dilekçe verirse bir şeyler düşünürüz!"

HEY GİDİ DÜNYA!
Diğer MHP'li bakanlar da akıl ve izan ötesi iddialar sıralıyorlar, bir "imza" atmak için bin dereden su getirip "gerçek iç dünyaları"nı pek de güzel açığa çıkarıyorlardı.

"Asa" onlardaydı, "imza"larının nelere kadir olduğunu bir kez daha dosta düşmana duyuruyorlardı!

Heyhaat, oysa bırakın şimdi, yarım asır önce bile bu imzalarla yurttaşlıktan koparılamayacağını Nazım da anlatmıştı: "Hey gidi dünya, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmışım. Beni halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramaz" demişti 1951'in Ağustos ayında.

Nazım'ı savunmak diye bir derdim de yok, haddim de değil, Nazım'ın, "edebi" kelimelerime ihtiyacı da yok, ama madem "imzalar", "kanunlar", kararnameler" çok önemli, o halde bir bilgi notu da ben geçeyim dosta düşmana, imza sahiplerine!

Nasılsa kitaplar, belgeler, dosyalar, kararnameler ortada: "Sabahattin Ali gibi öldürüleceği" kuşkusu ve daha pek çok nedenle 17 Haziran 1951 sabahı "bir denizde genç bir arkadaşla ölümün üstüne yürüyen" Nazım, daha üç gün önce Zekeriya Sertel'e dediği gibi "bu sevgili memleketi"ni bırakıp gider. Nazım'ın "pasaportsuz" kaçıp gittiği, bir hafta sonra tüm yurda yayılır.

Yasalara ve mevzuata bakılacak olursa, yurt dışına pasaportsuz çıkmanın cezası o günlerde üç liradır. Ancak Demokrat Parti'nin Bakanlar Kurulu, alelacele ve yargı kararına gerek duymaksızın (25 Temmuz) Nazım'ı yurttaşlıktan atar ve 15 Ağustos'ta da Resmi Gazete'de yayınlanır.

Fakat karar tebliğinde, çok sayın DP'li bakanların imzaladığı metinde, ciddi bir hata ve hukuksuzluk vardır!

Denilmektedir ki; Nazım Hikmet Ran'a yapılacak bir tebligatın bir fayda vermeyeceği mülahaza edildiğinden (falanca sayı, falanca maddeye göre) Türk vatandaşlığından çıkarılması kararlaştırılmıştır.

YURTTAŞIMIZ ZATEN!
Evet, Bakanlar Kurulu, Nazım'a ne uyarıda bulunmaya, ne de "yurda dön" çağrısına gerek duymuş, atın ölümü arpadan olsun mantığıyla "yargısız atış" yapmıştır. Belki haklıdırlar mantıken (!) ancak hukuk kurallarına tamamen terstir.

Prof. Muammer Aksoy, (karanlık ellerce ölümünden önce) "Nazım'ın savunması alınmadan ve kendisine uyarı tebligatı yapılmadan alınmış bir idari karardır. Böyle bir karar yok karar sayılmalıdır" der...

Yine, Prof. Çetin Özek, "Nazım Hikmet'in işlediği suç, olsa olsa kendisinin zorlandığı yurt dışına pasaportsuz çıkmak fiilidir. O günkü Vatandaşlık Yasası'na göre dahi onun vatandaşlıktan çıkarılması haklı ve hukuksal bir nedene dayanmamaktadır" diye konuya açıklık getirir.

Yani, sözün özü şu;

Birincisi, şimdiki çok sayın imzadan kaçınan (!) MHP'li bakanlarımız bilmelidir ki, verilecek bir sadakanız yoktur (!), kimse sizden bir diyet ödenmesini istememekte, hatta Nazım'a jest yapmanızı da beklememektedir. Olsa olsa hukukçuların "yok karar" dediği meseleyi dikkatle incelemeniz istenmektedir.

İkincisi, Nazım. Evet, Nazım, neylerseniz ki yurttaşımızdır zaten!

Huysuz ihtiyar
Kaç zamandır beynimin kıvrımlarına hapsetmiştim Huysuz İhtiyar'ı. Selama geciktim biliyorum, olsun varsın. Oğuz Abi, geç gelen bu selama karşılık verecektir yine.

Evet, sokak çocukluğumun, kıvılcımlarımın, hüzünlerimin, coşkularımın sözlüğü Gırgır'ın babası Oğuz Aral, nicedir "ibadet edercesine" yazıp, okuyup çizdiği evinden çıktı ve bir "gala"nın kahramanı oldu. 40 yıllık kadim dostu Müşfik Kenter'le birlikte dostlarını ağırladı.

Meslek çizgisi tertemiz, aydınlatıcı, yol gösterici, haksızlığın, hukuksuzluğun kalesi, ikiyüzlü politikacıların lanetlendiği satır ve çizgilerle geçmiş bir Bab-ı Ali ustası olarak ilk kez kendini anlattı o gece.

Daha doğrusu, Aral yazdı, yönetti; yine bir başka büyük usta Müşfik Kenter, Oğuz Aral oldu. Adı, "Huysuz İhtiyar" olan tek kişilik oyunda ıskaladığımız o kadar çok şey hatırlatılıyor ki. Günlük hayatın hoyratlığından, karmaşasından fırsat bulup da dönüp bakamadığımız pek çok ayrıntı, Oğuz Aral'ın yaşadıkları gibi görünse de bu ülkenin milyonlarca insanının sıkıntısı, zaafları, ilişkileri, vefasızlıkları aslında.

Oyun, kahkahayla hüzün arasında gidip geliyor. Oğuz Abi, bir kez daha "huysuzluk" yapıyor böylece.

"Kötü huylu" olmak yerine huysuzluğu seçtiği için de ayakta alkışlanıyor, suç ortağı Müşfik Kenter'le birlikte.

Bir demet sinema
Her şey aklıma gelirdi de "sinema"nın esnafımız için "kurtarıcı" olacağı aklıma gelmezdi!

Balalayka'dan, Hemşo'ya, Vizontele'den Komser Şekspir'e alışılmadık "tanıtım" yöntemleriyle seyircinin karşısına çıktı. Çekimler için ayrılan bütçeler bir yana, promosyon ve kopya maliyetleri de dikkat çekiciydi. En çok göze çarpan da Vizontele oldu, zirveye yerleşti. Ve ne oldu biliyor musunuz?

Kısmen de olsa esnafımızın yüzü güldü (!) Şaka yapmıyorum, "Sinemamız can çekişiyor, kurtarılmayı bekliyor!"dan "Sinema, esnafa can ve kan veriyor" zamanlarına geçtik galiba.

Elimde, "İzmir Kemeraltı Esnafı"ndan, Yılmaz Erdoğan'a geçilmiş bir faks var: "Kemeraltı esnafının yüzünü güldüren bu filmle Kemeraltı Çarşısı, bu durgun günlerinde yoğunluk yaşıyor. Kepenk kapatacakken film imdadımıza yetişti, sağolun varolun. İmza. Derici İrfan, Kitapçı Ercan, Gümüşçü Ali vs..."

Evet, son söz. Yaşasın esnaflarla sinemacıların ölümsüz dayanışması!


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır