kapat

19.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Bestesi bilinmeyen garip şarkılar

Toulouse Lautrec soylu ve zengin bir ailenin çocuğuydu.

Küçük yaşta attan düşüp cüce kaldığı için; Montmartre kızlarıyla haşır neşir olmaya çalışırken, alaya alınmaktan korkardı. Ama onlardan da vazgeçmezdi. Tıpkı Pierre Louys, tıpkı Carco gibi...

Yaşama karşı iki direnç kaynağından biri fırçası; öteki de, zulalı bastonuna doldurduğu konyaklardı.

İçi sıkıştıkça bastonundan, aynı zamanda gümüş bir kadeh olan bastonun vidalı sapına, cömertçe konyak döker ve bir nefeste dikerdi.

Bizde Montmartre kızlarının, İstanbul'un kuytularındaki eşizleriyle harmanlanmış sanatçı, çok çıkmadı.

O değişik, sıcak ve acılı şıngırtılardan, sesler yansıtmış yazar da çok değildir.

Bir Ahmet Rasim, bir Selahattin Enis, bir Ercüment Ekrem, bir Osman Cemal belki...

Bizde "devlet tipi ağırbaşlılık" en benimsenen model olduğu için; sanatçılar dahi bu modeli taklit etmekten kolay kurtulamamışlardır.

Oysa deli bozuk bir bohemden emilen sütlerin şiiri başkadır.

Yaşamları karmakarışık gölgelerle dolu kızların; kendilerini anlamaya, hatta sevmeye kalkmış sanatçılara bazen gösteriverdikleri dostluk; öyle telefonlu, randevulu, çiçekli, akşam yemekli flörtlerin, dostluklarına hiç benzemez.

Devedikenleri, kekikler ve katır tırnaklarıyla dağ papatyalarının hengamesinde; adilikle ulvilik arasında kendini yitirmeden salıncaklanmak; ancak sanat adamlarının göğüsleyebileceği cehennem kokan bir cennet, cennet kokan bir cehennemdir.

Dar, loş ve rutubetli küçük sokaklarda, kayıp gitmiş yaşamların paylaşıldığı; tozlu tahta, soğanlı fasulye, aşk teri ve losyon karışımı ağır bir meltemin; gıcırtılı merdivenlerle, insanı karşıladığı pansiyonlar...

Dudullu'nun arkalarından Şile'ye doğru; tarlalar arasında kaybolmuş toprak yollar kıyısında aranan; sönük ışıklı, küflü aynasının köşesine sıkıştırılmış bir tutam kuru çiçekli, evler...

Yazık ki o dünyalardan çok resim, çok şiir, çok yazı çıkartamadık...

Politikaya harcanmış mürekkeplerin ellide biri, oraları anlatmak için de kullanılsa; edebiyat albümü bu kadar az fotoğraflı kalmazdı.

Lautrec, bastonundaki konyak zulasından gümüş kadehli bir fırt çektikten sonra, yanındaki Montmartre kızlarına gümüş tabakasından sigaralar ikram ederdi.

Kızlardan biri, aşınmış bir "mersi"yle sigarayı aldıktan sonra, Lautrec'e yandan ılıkça bakmış ve şöyle demişti:

- Biri vardı, o da sizin kadar kibardı, ressam olduğunu söylerdi.

Lautrec:

- Kim acaba, diye sormuştu.

- Bilmem, galiba adı Matisse'di.

Onlar yarenlik ettiklerinin toplumsal kimliğini bilmezler bile...

İki meçhulü bir serserilikte önce arabesk, sonra Albinoni dinlersin.

Başlangıçta Adagio'lar kulaklarına ters gelir. Alaylı alaylı gülüp, dudak bükerler. Sonra müziğin tılsımlı rüzgarı, onları da sürükler. Bir anda ürpertili başka bir derinlik görürler. Yağmurlu bir yalnızlık, sesi yürekte yankılanan gizli bir hıçkırık, bir şafak ve gurup ölümü türküsü...

Küçücük bir sesle sorarlar:

- Bunları yalnızken dinlemek çok tehlikeli değil mi?

Hiç ummadığınız anda, bakarsınız, çakıvermişlerdir Adagio'ları yalnızken dinlemenin tehlikeli olabileceğini...

Bazıları için yaşam; boşluklar, yokluklar ve avareliklerle el sıkışmayı sürdürebildiğin kadar ilginçtir.

Lautrec için de öyleydi, Matisse için de öyle...

Not: 13 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"den...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır