kapat

18.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Pazar öyküsü: Gerçeği biliyorum!

"Dur... Eteğin sökülmüş!"

Gösterişli bir yemeğin davetlileri arasındaydık. Onu almaya gelmiştim. Uzun uzun hazırlanmıştı.

Ve tam kapıdan çıkıyorduk ki... Uçuk mavi parlak kumaştan eteğinin bir yanının aşağı doğru sarktığını farketmiştim.

O sırada aynaya son kez bakıp gür saçlarını savurmuştu. Nasıl da her seferinde başımı döndürürdü havaya dağılan parfümü!

Uyarınca eğilip baktı eteğine.

"Hay Allah! Amma uydurukmuş dikişleri."

Ben gençtim.

O genç görünüyordu.

Çok uzun sürebilecek bir dostluğun eşiğinde takılıp kalmıştık. Bir türlü ilerleyemiyorduk.

Çünkü ben dostlukların değerini bilemeyecek kadar başıboş bir çağımı yaşıyordum. Hele bir kadınla dostluk fikrinin yanından bile geçmemiştim o sıralar...

Ona gelince...

Her davranışı dostluğu çağıran ama aşktan gerisine inanmayan kadınlardandı.

Bu yüzden aramızdaki mesafe bir uzuyor, bir kısalıyordu.

***

Kapıdan geri döndük.

"Bekle" dedi.

Salondaki hiç hoşuma gitmeyen İsveç tipi çay koltuklarından birine bıraktım kendimi.

Perdeler kapalıydı. Vanilya rengi duvarlar tavandan sarkan gülünç avizenin ışığında griye çalmıştı.

Geç kalacaktık ve birdenbire sıkılmaya başlamıştım... Acaba "huysuz çocuk" rolüne bürünsem işini çabuk bitirir miydi? Halının üzerine atılmış moda dergilerine bakarak sıkıntımı atmayı düşünürken elinde bir sepetle gelip tam karşıma oturdu.

Rahattı. Hiç acelesi yoktu.

Sepetin içinden iplik ve iğne çıkardı. Bir çırpıda ipliği iğneden geçirdi. Bacak bacak üstüne attı ve eteğinin sökük kısmını yukarı çevirip dikmeye başladı.

Hipnoz...

Bir tür hipnozdu bu.

Öyle bakakalmıştım.

İnsanın hareketleri nasıl hem bu kadar uçucu hem de bu kadar kararlı olabilirdi! İğneyi kumaşın kaygan dokusuna ustalıkla sokup çıkaran beyaz, uzun parmaklarına baktım...

Kumaşın parıltısı yanında çok solgun kalan tenine baktım...

Baktım... Baktım...

Neredeyse bir şarkıyı mırıldanır gibi, "selülitlerim ne fena değil mi?" dedi o sırada. "Daha erken değil mi? Bu yaşta...Valla çok bozuluyorum!"

Erkeklerin çalışıp çabalayıp olgunlaştırdıkları kaslarına kendi kendilerine hayran kalmalarını anlayabiliyordum. Ancak kadınlara hayran olmanın yolu, bedenlerine bakarken ruhlarını görebilmekten geçiyordu...

Kendimi toparlayıp, bilgiç bir tavırla "selülitin yaşla ilgisi pek az!" dedim.

Fakat ağzımdan dökülen bu sözler beni daldığım derinlerden çıkartamadı. Orada... O koltuğun üzerinde "ölümsüz kadınlığın" cisimlenişi karşısında beynim tutulmuştu....

Bakarken anladım; ojelerini, rujlarını, yüzüklerini, terliklerini, kanatlı-kanatsız ped'lerini kendisine sunulmuş adaklar gibi seven bir "Tanrıça"yla yakınlaşmak... Bu sık rastlanan ama ne yazık ki pek seyrek farkedilen bir mucizeydi.

***

Sonra...

Gittik o davete. Masanın öteki ucundan bana "iyi misin, mutlu musun?" diye soran gözleri hayatımızda yeni bir kapının açıldığının işaretleriydi.

Sonraki birkaç haftayı eller arkada saklanırken, gövdelerin birbirlerine iştahla uzatıldığı bir dansın acemi dansçıları gibi geçirdik.

Birbirimizin çevresinde dönerek...

Göğüslerimiz çarpışırken kollarımızın heyecandan içlerinin boşaldığını hissetiğimiz ağır bir danstı.

Ve sonunda "aşka benzer" bir ilişkimiz oldu!

Öyledir, bazı ilişkiler sadece benzer... Aşka benzer.

***

Çok geçmeden beklemeye başladım.

İlişkimizin bittiğine, bitmesi gerektiğine karar verinceye kadar bekledim.

O manzaranın tekrar etmesini bekledim...

O "ilk an"ın; beni ona bağlayan mucize tablosunun tekrar etmesini...

Olmadı.

İlk manzara bir daha geri gelmedi.

Salakça, çocukça istedim ki, yine kapıdan çıkarken orasına burasına bakayım. Bir kusur olsun, bir sökük, belki bir yırtık... O "yırtığın" içinden bir şey beni çekip alsın; o güne götürsün...

Bunu çok istedim.

Anladım; birçok ilişki "ilk manzara"nın tekrarlanma umuduyla kuruluyor. Birçok ilişki tekrar anının beklenişiyle geçiyor.

Umut işte!

Ama bir gün umut da bitiyor. İlişki de...

Başkaları bin çeşit gerekçe sıraladılar ilişkimizin bitişi üzerine: Yaş farkı, kültür farkı, şu bu...

Oysa ben gerçeği; asıl nedeni biliyordum.

Artık siz de biliyorsunuz!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır