kapat

17.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Sıcak Çikolata Berlin'i ısıttı
Berlin film festivalinin ilk haftasında birbirinden güzel filmler seyrettik: Steven Soderbergh'in 'Trafik'i, Binoche'lu 'Chocolat' ve Ridley Scott'un 'Hannibal'ı gibi

Berlin'de günler günleri, filmler filmleri izliyor. Dünyanın Cannes'dan sonraki ikinci büyük şenliği, bu yıl 14 bin konuk ve film pazarındakilerle birlikte, 500'ü aşkın film ağırlıyor. Herkese göre bir şeyler var. Mesele iyi seçimler yapıp en iyi filmleri görebilmekte... Ve de bu kargaşa içinde ünlü yıldızları ve yönetmenleri en azından basın toplantılarında izlemekte... Şu satırları yazdığımda festivalin yarıdan çoğunu geride bırakmış bulunuyoruz. Kimi düşkırıklıklarının yanı sıra, güzel, hattâ unutulmaz filmler izledik. Önemli bölümü yakında bizde de gösterilecek olan... İşte kimi filmlerden izlenimler ve yargılar...

TRAFİK SÜPER
Amerikan filmlerinden Steven Soderbergh imzalı "Trafik" iyi sürprizlerden biri oldu. Amerika'da eleştirmenlerce çok beğenildiğini duymuştuk filmin... Ama doğrusu, Amerikan eleştirmenlerinin zevki benim için kesin bir referans oluşturmuyor. Ancak filmi görünce onlara hak verdim.

"Trafik" bizlere Latin Amerika'dan, özellikle de Meksika'dan Amerika'ya uzanan uyuşturucu trafiğini anlatıyor. Ama sıradan bir aksiyon filminin tüm kalıplarını yıkarak... Soderbergh, filmini bir büyük belgesel ya da röportaj gibi kurmuş. Bir yandan kötülüğün kökenleri, yani Meksika ya da herhangi bir Latin Amerika ülkesinde sorun yaratan ve yoksulluktan rüşvete uzanan çeşitli koşullar... Öte yandan sorunun etkilediği, çoğu orta-yüksek sınıflardan gelen Amerikan aileleri ve çocukları. Bir diğer yanda da uyuşturucuyla hükümet ve yasa düzeyinde mücadele eden kanun adamları... Tüm bunlar, aynı ölçüde önemsenmiş olarak ve koşut biçimde filme yansıyor. Soderbergh, bir yandan soruna büyük bir soğukkanlılıkla ve panoramik biçimde bakan geniş bir mozaik-film oluşturuyor. Öte yandan, ünlü oyuncularından çok başarılı sonuçlar alıyor. Michael Douglas, Catherine Zeta-Jones ve özellikle yardımcı oyuncu dalında Oscar adayı olan Benicio del Toro'nun oyunları her türlü övgünün ötesinde... İki filmiyle birlikte Oscar'a aday olma onuruna erişen genç yönetmen Soderbergh hesabına tam bir başarı...

Belki sinema sanatını yenileyecek filmler değil... Belki 'önemli' filmler keşfetmek, yeni "Yurttaş Kane"ler aramak sevdasındaki jüriler bu filmleri o denli ön plana çıkarmayacak. Ama bu iki film de dünya üzerinde çok insan tarafından görülecek ve seyredenlerini mutlu edecek.

Biri İsveç kökenli olup Amerika'da çalışan Lasse Hallström imzalı ve Oscar'a da aday gösterilen "Chocolat - Çikolata". Öteki ise Danimarka filmi "Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca". İlki, yarı şekerci, yarı büyücü güzel ve gizemli bir kadının 1950'lerin sonlarında sıkıntıdan patlayan, tekdüzeliğe ve sahteliğe teslim olmuş bir küçük Fransız kasabasında insanlara mutluluk dağıtmasının öyküsünü anlatıyor. Artık en olgun çağındaki bir Juliette Binoche, kasabaya sıcak çikolata ve çeşitli tatlılarla birlikte hoşgörü, sevgi ve yaşama zevki de aşılamayı deniyor. Bu arada çingene müzisyen Johnny Depp'le bir büyük aşk,yaşamayı da ihmal etmeden!.. Özellikle çikolata-severleri çok mutlu edecek sempatik ve sıcak bir film. Bir fincan sıcak çikolata içer gibi izleniyor.

JAPON MUCİZESİ
Japon sineması, yarışmadaki iki filmiyle dikkatleri üzerine topladı. Bunlardan "Chloe", ünlü Fransız yazar ve müzisyeni Boris Vian'dan özgür biçimde uyarlanmış. Tanışıp evlenen ve çok mutlu olan bir çiftin hayatı birden gölgeleniyor. Çünkü kadının bir ciğerinde (sonra da öbüründe) çiçek benzeri bir ur çıkmıştır. Ve kadın içinde açan bu çiçekler yüzünden ölüme mahkum gözükmektedir... Gerçek-üstücü, şiirsel, yadırgatıcı bir film... Ancak bir aşk şiiri okunur gibi izlenir ve tadına varılırsa değeri anlaşılabiliyor. Kendine özgü, kişilikli bir aşk ve tutku filmi...

Diğer film ise "İnugami" adını taşıyor. İlk film bir düş olduğu ölçüde, bu ikincisi bir karabasan... Özgün yönetmen Masato Harada'nın filmi, bizlere Japon usulü bir mistik gerilim ve korku filmi sunuyor. Bir dağ başındaki köyde yaşadığına inanılan İnugami adlı perilerin neden olduğu aşk, tutku, cinsellik (bu arada ensest) ve şiddetle örülü, inanılmaz bir görsellik taşıyan bir film. Ve kendisini hiç beklemediği bir lanetin odak noktası olarak bulan güzel bir kadının akıl almaz macerası...

Şaşırtıcı, yadırgatıcı, yer yer gerçekten ürkünç. Amerikan sinemasının bizi alıştırdığı bir türdeki bu beklenmedik Japon sürprizi, ülkesinin inançlarından, efsanelerinden, masallarından ve kültüründen gelen ögelerle bambaşka bir tad kazanıyor. Ve izlenmeyi hak ediyor.

Tartışmalı Hannibal
Şenlikteki Amerikan filmleri çok kaliteli. Yarışma dışı festivale katılan "Hannibal" için şimdilik şunu söyleyeyim: "Kuzuların Sessizliği"nin unutulmaz katil ve yamyam doktoru Hannibal Lecter'in yeni serüvenlerini anlatan bu film, Ridley Scott'un elinden çıkma son derece usta işi anlatımına ve gerçekten de çok düzeyli sinemasına karşın, sanırım özellikle etik açıdan uzun boylu tartışılmayı hak ediyor. Filmin Kuzey Amerika'da görülmemiş bir ilgiyle gösterime girmesinden sonra, bu tartışmalar herhalde orada başlayacak. Umarım bizde de yapılır.

Birkaç sahnesiyle, özellikle kendi beynini yemek zorunda bırakılan adam (!) bölümüyle sinema tarihinin gördüğü en ürkünç görselliği içeren filmi izleyince, sorma gereği doğuyor: Hangi bahaneyle olursa olsun, sinemanın ahlaki açıdan da, estetik açıdan da bu kadar ürkünç ve çirkin görüntüleri sunmaya hakkı var mıdır? Bu önemli sorunun filmle birlikte mutlaka tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

Hopkins vejetaryen çıktı

BERLİN'DEN NOTLAR VE ANEKDOTLAR
Hayır, ünlüler gelmedi. Bunda Hollywood'da devam eden senaryo yazarları ve yönetmenlerin grevinin de etken olduğu söyleniyor. Beklenen yıldızlardan Michael Douglas, Catherine Zeta-Jones, Johnny Depp, Joaquin Phoenix, Michael Caine, Pierce Brosnan, Gary Oldman, Kevin Costner gelmedi. Ve bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı.

DÜŞLERİN EFENDİSİ PEK SEMPATİKTİ
Ama gelenler de fena değildi. Özellikle iki filmiyle Berlin'de bulunan Geoffrey Rush. Oyuncu, espri gücüyle herkese hoş anlar yaşattı. "Düşlerin Efendisi" filminin senaryosunu nasıl karşıladığını soran bir gazeteciye şöyle dedi: "Nasıl mı karşıladım? İçinde çırılçıplak dolaştığınız, ölesiye dövüldüğünüz, kanınızla ve pisliğinizle duvarlara yazılar yazdığınız, birçok sahnesinde canınıza okunan bir senaryo nasıl karşılanır? Elbette büyük bir mutlulukla!"

En büyük sükseyi yapanlardan biri Sir Anthony Hopkins oldu. Filmdeki yamyamlık sahnelerine atıfta bulunarak "Deli dana olayından sonra mı kendi cinsinizi yemeyi tercih ediyorsunuz?" sorusuna Hopkins gülerek şöyle yanıt verdi: "Et bile yemem. Vejetaryenim." Usta aktörün filmin şiddet sahnelerini protesto eden birisine yanıtı ise şöyle oldu: "İngilizlerin ünlü bir deyimi vardır: Politically correct. Yani herşeye, düzene, terbiyeye ve estetiğe uygun. Ama bence bu kötülüklerin en kötüsüdür. Bu düşünceyle hiçbir yere gidemezsiniz."

İki yıl üst üste yarışmada yer aldıktan sonra bu yıl hiçbir bölümde filmimizin olmaması buradaki Türkleri üzdü, yabancıların ise dikkatini çekti. Bunda, yan bölümlerde değil de illa yarışmada yer almak isteyen kimi filmlerimizin rolü olduğu söyleniyor. Ferzan Özpetek, bu durumda yalnızca İtalya'yı değil, Türkiye'yi de temsil etti. Her yazıda "Türk kökenli İtalyan yönetmeni" olarak anılan Özpetek, filminde kullandığı kendi kültüründen ögelerle bu durumun bilinçli olduğunu kanıtlamış oldu.

Atilla Dorsay


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır