kapat

11.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Neden geldik, İstanbul'a..

Direksiyona en son oturduğum tarih 4 mart 1994.. Hatta saatını da söyleyeyim.. Sabah 9.30.. Niye bu kadar kesin biliyorum.. Vurulduğum saat.. Aylarca alçıda kaldı bacağım. Kırıktan iz kalmadı ama, uzun süren alçı dönemi, sağ ayak bileğimde kireçlenme yaptı.. Doktorların verdiği tedaviyi de dikkatle uygulamayınca, şimdi bu bileğim hareketliliğinin yüzde 40'ını kaybetti..

Keşanlı Ali gibi aksayışımız bu yüzden.. Hani,

"Kurşun yemiş bacağı

Belli belirsiz aksardı"

derdi ya, Haldun Taner usta..

Otomobilde fren de, gaz da sağ ayağın altında.. Güvenemedim..

7 yıl içinde beni taşıyan çok yardımcım oldu.. İkisinin yeri ayrı.. Biri ilki Mehmet.. Güney Doğulu.. Kürt asıllı..

Bir minibüsü vardı, söktü, ray yaptırdı, beni tekerlekli sandalyemle indirip bindirmek için.. Ama götürüp getirmekle kalmadı.. Nasıl sahiplendi, anlatamam.. Sırtında taşıdı gereğinde.. Gecenin bir yarısı hastaneye döndüğümüzde kapıda bırakmadı.. Odaya kadar çıktı. Soyunup picamaları giymeme yardım etti. İlaçlarımı verdi. Uyuyana kadar başımda bekledi. Sabah erkenden gene geldi..

İnsan bunları 3 otuz para için yapmaz.. İnsan olduğu için yapar..

İkincisi Ercan.. Sonuncusu.. Şu an beni taşıyor.. Nasıl efendi.. Nasıl candan.. Nasıl dürüst.. Evimin anahtarı yanında.. Arabamın anahtarı yanında.. Bırakıp bir ay Sydney'e gidiyorum. Eve benden iyi bakıyor.. Salonumun yarısını dolduran çiçeklerime, kuşlarıma, kaplumbağalarıma, bahçedeki kedilerime, hatta söğüt ağacının altına, Ertekin'den aldığım kuru ekmekleri ufalayarak alıştırdığım yüzlerce serçeme benden iyi bakıyor..

Cuma sabahı işe geliyoruz.. Nişantaşına taşındığımızdan beri, işe geliş için keyif yolu seçtim.. Uzatıyoruz biraz ama, Boğaz'a iniyoruz.. Deniz havası alarak, balık tutanlar, koşanlar, yürüyenlere bakarak geliyoruz.. Güne keyifli başlıyoruz..

"..ruz" diyorum, yanlış.. "..rum.."

Çünkü o sabah dikkat ettim. Ercan yolu yaşamıyor.. Nispetiye Caddesinde, tam karşıya geçeceğiz.. Caddede akış var.. Bize yol veren yok.. Arka arkaya dizilmişler. Önleri tıkalı olduğu halde durmuyor, kavşağa giriyor ve tam önümüzde bekliyorlar.. Sadistçe bir duygu bu.. "Ben gidemiyorum, sen de dur" der gibi..

Nihayet bir minibüs kavşağa girmedi ve bekledi.. Ercan'a da işaret etti, "Buyur" diye.. Baktım Ercan bastı gitti..

Bebek yokuşuna geldik, iniyoruz.. Bu defa durum ters.. Yola çıkmak isteyen bir bayan.. Eliyle işaret ederek yol istiyor.. Ercan duruyor.. Ama sfenks gibi.. Jest yok, mimik yok..

"Niye konuşmuyorsun Ercan" dedim, Boğaz'da giderken..

"Ne ağzın konuşuyor, ne de vücudun.. Önce adam sana yol verdi.. Gülümse, geçerken bir selam ver, teşekkür et.. Adam sana yaptığı jestin keyfini yaşasın ki, bunu herkese yapsın.. Sonra kadın yol istedi.. Verdin.. Ama vermeden önce, elinle şöyle bir 'Buyur' işareti yapsan, mesajı aldığını göstersen, kadın 'Acaba duracak mı, yoksa üzerime mi gelecek' şüphesine düşmeden mesajı aldığını görse, ona yol verdiğini anlasa, geçerken de bir teşekkür gülümsemesi yollasa sana, kendini daha iyi hissetmez misin, sabah sabah.. Nişantaşına gidene kadar, böyle on kişi ile karşılıklı vücud dili ile hoşluk yapsanız, oraya vardığımızda, kendini bambaşka hissedeceğini, güne çok keyifli, çok hoş başladığını göreceksin.."

Hiç yanıt vermedi Ercan.. O yanıt vermez.. Konuşmaz..

"Şimdi kafanda bir an önce Nişantaşı'na varmak var.. Yanlışın da bu.. Hayat Nişantaşında başlamıyor.. Hayat bir yere varmak değildir Ercan.. Hayat gidilen yoldur.. Vardığın yerde karşına yeni bir varılacak yer çıkar. Oraya vardığında başkası.. Daima başka bir hedef vardır.. Ve sen sadece o hedeflere varmayı düşünürsen, yaşamadan yolun sonuna gelirsin.. Yaşam yoldur Ercan.. Yolun tadını çıkar.."

Gene sesini çıkarmadı..

O zaman hatırladım.. Mehmet de çok az konuşurdu..

Mehmet ile Ercan'ın bir ortak yanı var..

İkisi de İstanbul'da göçmen.. Birisi Güney Doğu'daki köyünden kopup gelmiş.. Öteki Yugoslavya'dan..

Sonra hatırladım.. Yıllar önceyi hatırladım..

Kökler diye bir dizi vardı TRT'de yeri yerinden oynatan.. Neden gene yayınlamazlar acaba.. Zencilerin köklerini anlatıyordu.. Kunta Kinte'nin Afrika'dan nasıl koparılıp, Amerika'ya getirildiğini ve bir çiftliğe köle gibi satıldığını..

En yakın öteki çiftlik 100 kilometre mesafedeydi.. Bu çiftlikte topu topu 10 beyaz, ama yüzlerce zenci yaşıyordu.. Hani baş kaldırsalar, tükrükle boğarlar.. Ama kabulleniyorlardı.. Zenci baba ve anne, büluğ çağına eren kızlarını kendi elleri ile hazırlayıp, gece efendiye sunuyorlardı, bekaretini..

Söylendim, öfkeyle..

"Yani bunda zencilerin kabahatı yok mu hiç?.. Beyaz adam bu kıtaya gelmiş.. Hazır Kızılderililer var, onları köle yapmamış.. Katletmiş.. Gitmiş dünyanın öbür ucundan binbir eziyet, masrafla bu köleleri getirmiş.. Niye?..Niye Kızılderililer köle olmayı, nesillerinin yok olması pahasına kabul etmemişler de, zenciler bu kadar uyumlu olmuş?.."

Ahmet var yanımda, kuzen.. Kışlalı.. Toplum Bilimci o..

"İnsanlar kendi topraklarında aslan gibidirler. Toprakları, ocakları için ölesiye vuruşurlar. Onları, onlara bu akılalmaz gücü toprakları verir.. Oradan ayırıp, uzaklara götürdünüz mü, güçlerini yitirir, seslerini keserler.."

Afrika'daki ölesiye kabile kavgalarını hatırladım. Gerçekten aslında müthiş savaşçıydılar evlerinde.. Kopup gelince, sessiz kuzular olanlar..

Mehmet de Ercan da, kendi köylerinde, mutlaka gürleyen efeler olacaklardı kalsalar.. İstanbul onları içlerine kapamıştı..

Erkan Oğur'un o yanık sesi ile dinleyen herkesi duygulandıran "Neden geldim İstanbul'a" şarkısının insanları yürekten vurmasının sebebi buydu..

Ferdi Tayfur'un "Hadi gel köyümüze geri dönelim" türküsünün coşturması da..

"Taş yerinde ağırdır" derdi, Nihal Atsız Bozkurtların Ölümünde..

Ya yerinizden olmayacaksınız.. Ya da gittiğiniz yeri, Yeni Yeriniz yapacaksınız, ki taş hep ağır olsun, ağır kalsın..

Başka çare yok..

"Kafkas dağlarını hayal bile etmeyin.. Ocağımız burası" diyen babamı düşündüm.. "Büyüdüğünüzde, fırsat olursa, gider atalarınızın yaşadığı yerlere bakarsınız.. Hepsi bu" derdi..

Yaşadığınız, çocuklarınızın yaşayacağı yeri ocağınız yapamazsanız, orada azınlık, orada muhacir gibi yaşamaya devam ederseniz, mutlu olmanız zor..

O zaman sesiniz çıkmaz.. O zaman hep ezik olursunuz..

Konuşmaya başlamak lazım.. Elle, gözle.. Dille!..

EĞER..
..dünyadaki ölüm sebeblerinden bir tekini ortadan kaldırma şansınız olsaydı, hangisini seçerdiniz?.

..dünyanın en iyi kitabını seçme hakkını size verseler, hangi kitabı seçerdiniz?..

..peki ya dünyanın en kötü kitabını seçseydiniz?..

SEVDİĞİM LAFLAR
Çocuğunuzun arkadaşı olmayın. Babası olun.. Hangi çocuk kendisinden 40 yaş büyük bir arkadaş ister.

All Capp (Hoş Memo Çizeri)

PAZAR NEŞESİ
Pazar neşemiz, Los Angeles

ve Kazım kaynaklı..

Dursun, fena halde şaşırmıştı..

"Demek sevgilini bir başka herifle yakaladın da, gidip adamın burnuna yumruğu çakmadın ha.."

"Bekliyorum" dedi, Temel..

"Daha ne bekliyorsun yahu" dedi, Dursun..

"Daha ufak tefek bir herifle yakalamayı.." dedi, Temel..

Hakan&Utku gelecek Pazar'a...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır