kapat

28.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Zamana meydan okuyorlar
İşler kesat!ama kimin umurunda? Eski dükkân sahipleri işlerinden, müşteriler de onlardan vazgeçmiyor

Her gün onlarcası açılıyor ama, eskilerin de ne tadı, ne sohbeti, ne keyfi unutuluyor. Taşlı sokaklarına asfalt dökülüyor, sağına soluna modern binalar dikiliyor, kim bilir belki numarası bile değişiyor, ama onlar değişmiyor. Eczaneler, bakkallar, fırınlar, yorgancılar, nalburlar... Hemen her birimizin çocukluktan bildiği Nusret amcalar, Mahmut dedeler değil belki ama çocukları karşılıyor bu kez baba yadigârı dükkanlarında. Aynı raflar, tanıdık yüzler, bildik mallar... Bu eski dükkanlar, Akmerkez, Galleria, Carousel, Carrefour gibi büyük alışveriş merkezlerine ve yenilerine karşın ayakta duruyor. Yıllara meydan okuyarak modern yatırımlara, her gün gelişen teknoloji gereklerine ve pazarlama tekniklerine inat varlıklarını sürdüyor.

Yasalara bile direnen eczane
Heybeliada Halk Eczanesi, antika eczacılık malzemeleriyle asırlık bir tarih yansıtıyor. 1903'te kurulan eczane, bugün hâlâ kendi yaşındaki malzemeleri barındırıyor; özel fitil kalıpları, onlarca şişe... Rahmi Koç'tan ünlü ilaç üreticisi Mustafa Nevzat'a kadar birçok kişinin gözü kalmış burada. Ama son sahibi eczaneyi bu haliyle korumaya kararlı.

Eczane bir yandan eczacılık, bir yandan da İstanbul tarihine ışık tutuyor. Neler yok ki... İlaç yapımında kullanılan farklı ebatta porselen havanlar, ilaçlara biçim vermeye yarayan pillül tahtası, klasik ve kadınlara özel fitil kalıpları, ambalajı kapatmakta kullanılan mühürler...

Tüm eczaneye titiz bir naiflik hakim. Bazı dolapların cam kapaklarının üzerinde, zehirli maddelerin o raflarda bulunduğuna dair ibareler var. Hepsi birer sanat eseri gibi duran, birbirinden güzel ilaç saklama kapları. Neredeyse eczane ile yaşıt eski baskül ise buranın simgesi.

İstanbul'daki birçok benzerinin aksine bir yüzyılın tüm badirelerini atlatmayı becermiş. Ne Cumhuriyet'in ilk yıllarının eczane sınırlaması getiren kanunları engelleyebilmiş onun varlığını, ne de giderek teknolojiye ayak uyduran ilaç sektöründeki gelişmeler. O farklılaşmamak için direnmiş daima.

Çoktan unutulup gitmiş ilaç kaplarından bankosuna kadar tarihten izler taşıyan eczanenin ilk sahibi öğretmen Yusuf Süleyman Adalı. Daha sonra Sıdıka Dermancı tarafından çekip çevrildikten sonra, uzun yıllar burada kalfalık yapmış olan Anastas Prokos tarafından satın alınır. Bu dönemde işler Hirant Davidyan ve Prokos'un oğlu Andon kalfalığında yürütülür.

Andon'un eşi Kiryakiça Prokos'un eczacı olmasıyla birlikte yönetim de ona geçer. 1998'e kadar Serap Ayas'ın mesul müdürlüğünde çalışan eczane, sonra sahibi Aslan Gürçay tarafından yönetilir.

Yokuşun başında bir bakkal
İstanbul'un çıkması zor inmesi kolay yokuşlarından biridir Akaretler yokuşu. Sıraevlerin hemen altında yani yokuşun başında nev-i şahsına münhasır iki kardeş tarafından işletilir Birsen Bakkaliyesi.

1946 yılından beri bu dükkanın içinde büyüyen kardeşleri önceleri babalarının işlettiği ve 1992'den beri kendilerinin 'patron' olduğu 15 metrekarelik dükkanda hem yoldan geçen müşterilerine hem de yıllardır 'yaz deftere' diyen mahalleliye hizmet veriyor. Pazar günleri kapalı olan dükkan belki de türünün son örneği olma özelliğini kimselere kaptırmamakta ısrarlı. "Biz de dinazorlaştık, dükkanımız da" diyor Ömer Özkan.

Birsen Bakkaliyesi'nde ne ararsanız bulursunuz diye bir şey sözkonusu değil. Çerçi dükkanı gibi ıvır zıvır çok ama temel gıdaların bazıları var, çoğu yok.

Doğuştan Beşiktaşlı olan Ömer ve Tuncay Özkan "bizim dükkan da futbol takımı gibi, işler bir iyi bir kötü ama şampiyon hep süpermarketler oluyor" diyerek ekonomik durumunu 'mahalle'sinin takımına benzetiyor. Dükkanın vitrinini ise siyah beyaz renklerde büyük bir gemi maketi süslüyor.

Gurmelerin gözü bu fırında
Beşiktaş Çarşısı'ndan geçerken burnunuza çalınan o mis gibi kurabiye ve kek kokularının adresi yıllardan beri değişmez. Semtin müdavimleri, kaynağın Yedi Sekiz Hasanpaşa fırını olduğunu bilir. Fırın, gurmelerin vazgeçilmez mekanıdır. Biz de fırını ziyaret edip, yenilerine inat, ayakta durmasının sırrını soralım dedik. Ve nesilden nesile anlatılan hikayeye biz de kulak verdik: Okuma yazması olmayan HasanPaşa, imzasını Osmanlıca 7 ve 8 rakamlarıyla attığı için de 'Yedi Sekiz Hasanpaşa' olarak anılır. 1905 yılında Beşiktaş Köyiçi mevkiinde, şimdiki yerinde bulunan fırını kurar. Ancak yıl 1980'lere geldiğinde işler bozulur ve fırın 10 ay kapalı kalır. Varisleri, işin peşini bırakmaz ve kolları sıvayarak modern fırınlarla rekabetin püf noktalarını öğrenir. Bu kez kuru pasta imal etmeye başlarlar. Bazı küçük değişikliklere uğrayan işletmeyi ayakta tutanın, ürünlerinin kalitesi kadar müşterilerin eskiye duyduğu özlem olarak ifade etmek pek de yanlış olmaz. Alışveriş yapanların memnuniyetlerinden bunu anlamak hiç de zor değil. Eski Beşiktaşlıların uğrak yeri olan Yedi Sekiz Hasanpaşa Fırını, uzak semtlerden gelen müdavimleriyle de ününün perçinleşmesini sağlıyor. Portakallı kurabiyeleri, galetaları, yağlı halkaları, kandil simitleri, köy ekmekleri; sabah faslında börek ve pizza çeşitleri çok seviliyor.

BURAK KARA


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır