kapat

03.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Ben umutluyum...

Eğer biraz kulak kabartırsanız Türkiye'de derinden derine bir "toplumsal uğultu" duymanız işten bile değil. Neyin alameti olduğu pek kestirilemeyen, her an büyük bir depreme dönüşebilecek duygusu veren bu uğultu son zamanlarda her gün biraz daha fazla hissedilmeye başlandı.

"Seslere" karşı daha hassas olanlar bu uğultunun niteliğini çözmeye uğraşıyor. Önümüzü görme içgüdüsüyle "yarının nasıl bir yarın olabileceğini" sorguluyorlar.

Türkiye, Avrupa Birliği tam üyelik adaylığına kabul edildikten sonra tam bir yol ayrımında kaldı. Yol ayrımının keskinliği uğultunun büyümesine neden oluyor. Türkiye'yi hedefleyen dış gelişmelerden Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a yapılan garip suikaste kadar birçok ürkütücü olay hissedilen uğultunun şiddetini daha da arttırıyor. Bu şaşırtıcı dizinin devam etmesi olasılığı da büyük.

Üstelik, biz çağdaş dünya ile bütünleşeceğiz derken askeriyenin, kendilerince belirlenen bir güvenlik anlayışının itmesiyle Türkiye'yi biraz daha militerleştirip, biraz daha fazla kontrol etmeye meyledeceğine dair yorumlara da rastlıyoruz.

'Vişne Bahçesi'
Doğrusu, sebebi, niteliği ve istikameti merak edilen bu uğultuyu izlerken, kendimi, Anton Çehov'un, eskinin çöküp yeninin doğmaya çabaladığı Rus toplumunu resmettiği klasik tiyatro eserlerini izler gibi hissediyorum. Orada da yaklaşmakta olanın tedirginliği alabildiğine hissedilir. Çehov yaratıcılığın o inanılmaz sezgisiyle giden ile gelenin karşılaşmaya başladığı anları muhteşem bir şekilde anlatır. Giden tedirgindir. Gelmekte olan ise umuttur. Rusya'daki köylü sınıfının çöküp, yerini devrime bırakmasının tüm tedirginliğini duyumsarsınız.

Türkiye'deki durum da bundan farklı değil. Ve ben umutluyum.

Umutluyum, çünkü Avrupa Birliği tam üyeliği, Türkiye'nin kendi kendini bir sağlık kontrolünden geçirmesini sağladı. Kopenhag Kriterleri, Katılım Ortaklık Belgesi, 2000 Yılı İzleme Raporu gibi çağdaş dünyanın ölçüm çetvelleri, bizim toplumsal sağlığımıza aynalık ediyor. Biz çok uzun zamandan beri ilk kez, çağdaş dünyayı ölçü alarak kendi bünyemizi sorguluyoruz. Check-up'dan geçiriyoruz.

Daha önceleri, nutuklarla ve resmi palavralarla idare ediyorduk. Bütün çağdaş kavramların ırzına rahatlıkla geçiyorduk. Ülkenin modernliğinden, batılılığından, demokratik bir hukuk devleti olduğumuzdan, kudretimizden, gücümüzden dem vurup iç propaganda ile işi götürüyorduk.

Ama Avrupa Birliği tam üyeliği süreci her şeyi bozdu. "Demokrasi, İnsan Hakları ve Piyasa Ekonomisi"nin evrensel kriterlerinden çok uzak olduğumuz anlaşıldı. İç tüketime yönelik hamasi Ankara propagandası iflas etti. Çağdaş bir toplum ve devlet olmadığımız gün ışığına çıktı. Sağlıklı hale gelmemiz için yapılması gerekenler reçete olarak elimize verilmeye başlandı.

Görüntülü tomografi
Bugün, her birey ve her kurum bu sağlık muayenesinden geçiyor. Örneğin, Türkiye'de modernliğin simgesi olarak övünen Türk Silahlı Kuvvetleri bu yeni süreçte en tedirgin kurum olarak ortaya çıktı.

Sanayi sürecinin geride kalmaya başlayan değerleri, sanayi sonrası toplumun yeni değerlerine uyum sağlanamadığı için tabulaştırılmaya başlandı.

Paranoyalar kışkırtıldı.
Milliyetçiliğe hız verildi. Korkular iyice pompalandı.

Bütün bunlara rağmen bu dönem, kimin yeni çağa hazır olduğunu, kimin tökezlediğini göstermesi ve eksiklerin giderilmesine olanak sağlaması açısından umut verici.

Türkiye kendi sağlık kontrolünü bitiremediği için "Ulusal Raporu" da resmileştiremiyor. Cumhuriyet tarihi boyuca atılan nutuklara rağmen, toplum olarak Avrupa Birliği tam üyeliğine pek hazır olmadığını iyice görüyor. Bunu bilincine yerleştiriyor. Kendinin farkına varıyor. Berraklaşıp, saydamlaşıyor.

Uğultudan ürkmek yerine, bu tabloya yoğunlaşmak gerekir. Sosyal yapıların hareketleri farklı ve daha yavaş. Gene de, Helsinki sonrası toplumsal nabız hızla atmaya başladı.

Yalan geride kaldı. Kendini dev gösterip de, evrensel aynaların ölçütlerine göre cüce çıkanlar ise biraz hiddetleniyor. Uğultu o nedenle artıyor. Ama umut da, cücelerin artık kendilerini dev olarak yutturamayacağı bir dönemin kapısı aralandığı için yükseliyor.

Bilinç çözer
Avrupa Birliği tam üyesi olup da bölünen, fakirleşen ve özgürleşme sürecinden kopan hiçbir ülke yok. Son üye olanların üyelik öncesi ve sonrası dönemini karşılaştırınca bunu görüyorsunuz. Bizdeki süreci paranoyalarla yok etmeye çalışanların propagandasına rağmen, hepsi de bizden daha zengin ve özgür. Üstelik hepsi de toplumsal huzura sahip.

Biz de oraya ulaşacağız.
Çünkü, Avrupa üyeliğini ölçüt alan değerlendirmeler, eksik yanlarımızın bilincine varmamızı sağlıyor. Bilincine varılan her sorun çözülür.

Kendimizle hesaplaşmaya başlayınca, çağdaş dünya ile aramızdaki mesafeyi, kendi yerel propagandalarımızın uyutucu etkisi altında kalmadan ölçebiliyoruz.

Bu süreç uğultulu bir şekilde de olsa atlatılacak. Zaten uğultu, hastanın check-up'a girmesi nedeniyle çoğalıyor.

Ama biz bu adım atıldıktan ve toplumsal sağlık sorununa bu kadar net bir şekilde teşhis konulduktan sonra, tedavinin de çok çabuk olacağına inanıyoruz.

Yarının Türkiyesi çağdaş dünya ile uyum içinde, zengin ve özgür bir Türkiye olacaktır.

Uğultu iyice artsın ki, çözüm daha da yaklaşsın.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır