Köşe yazarlığımın ilk mektubunu aldım. Sarı bir zarf. Adres el yazısıyla yazılmış. Göndericinin ismi ve adresi yok. Taksim Postanesi'nden postalanmış. Açıyorum, içinden sadece ve sadece bir ilaç prospektüsü çıkıyor. İlaç ne dersiniz? "İntestinol". Gaz giderici hap! Prospektüsün arkasına el yazısıyla eklemiş: Yemek arası günde üç adet.
Bu kadar. Yemek arası günde üç adet. Okurum, hiç üşenmeden gitmiş sarı bir zarf almış, zarfın içine prospektüsü koymuş, postaneye kadar yürümüş, 200 bin liralık pul yapıştırmış ama bir notçuk iliştirmeye gerek duymamış. "Ben şuyum buyum" dememiş. "Okuyorum da beğeniyorum da" gibi satırlarla sempati kazanmak istememiş.
"Bir dert var ortada, giderilmesi çok kolay, prospektüsten daha iyi anlatacak değilim ya" diye düşünmüş ve işi bitirmiş. İsim bile yazmamış. Üstelik tek bir gün bile kaybetmemiş. "Pırt" yazısının çıktığı pazardan sonraki ilk pazartesi yapmış bunları.
Adam, ya da kadın, gayet net. En ufak bir tereddütü yok. Ben çektim, başkaları çekmesin...
Var böyle insanlar. Dünyaya mesele çözmek için gönderilmişler sanki. Nerede olurlarsa olsunlar illa bir şeyleri hallederler. Sakin sakin, hiç reklamsız girerler meselenin kalbine.
Gittikleri her evde bir şeyler tamir eden insanlar vardır mesela. Tuvalete girer, sifonu tamir edip çıkar. Bakkala gider, gitmişken ampul alır, çaktırmadan koridordaki yanmış ampulu değiştirir. Fark edip etmemen hiç önemli değildir, o yapar. Ormanlarda çöp toplayan insanlar da bunlardan çıkar. Eve bir dolu çöple döner. Fakir bir çocuğu okutur ama çocuk, kim tarafından okutuluyor bilmesin ister. Mesele ortada, çözüm ortada. Başka hiçbir şeye gerek yok der. Teşekkür etmeye kalkarsın, çoktan çekip gitmiştir. Övmeye kalkarsın, susturur. Ana fikir "kimse utanmasın, kimse mahçup olmasın"dır.
Böyle davranmak herkesin harcı değil tabii. Bir nevi ermişlik. Genel Türk usulüne aykırı. "Hanfendi, siz yokken paltonuz düştü, aldım, sandalyeye astım, ama baktım durmuyor, ne yapayım ne yapayım diye düşündüm, askıya asayım dedim ama sonra çalındı zannedersiniz, boşuna panik olursunuz diye düşündüm, arkadaşlara sordum ve tekrar yere bıraktım. O bakımdan yani haberiniz olsun" daha bir Türk usulüdür mesela. Hem bir işe yaramamıştır, hem jest sandığı şeyi vır vır vır anlatır. "Sağolun, ne kadar iyisiniz" desen çok saçma kaçacak, "Bir halta yaramadığınızı nasıl oluyor da bu kadar ballandıra ballandıra anlatabiliyorsunuz, hayret yani" desen kavga çıkacak... Elinden -ve zekasından- geldiği kadar yardım etmiştir... Ne diyecen...
Hadi bu hakikaten başarısız da olsa jest. Bir de görevi olduğu halde bunu jest imajıyla paketleyenler var. "Abla çok güzel park ettim arabanı." Başka ne yapacaktın ki?
"Öyle deme, herkese yapmam." Allah Allah! Parası neyse zaten vereceğiz; derdi ona minnet duyayım. Ne yapacaksa benim minnetimi.
Eskiden ayıpmış bir şeyler almak. "Kimse mahçup olmasın"cılar çoğunluktaymış. Şimdi azınlıktalar çünkü ortada mahçup olan da kalmadı. Herkes bir şeyler almaktan, kendisine iyilik yapılmasından çok memnun. Bedava ne veriliyorsa alınıyor. Utanan, sıkılan yok. Evinde yemek de olsa iftar çadırına cümbür cemaat gidiyor mesela.
Benim çocukluğumda çok tuhaf bir adet vardı. Ev hediyesi ev sahibinin eline verilmezdi, giderken eldeki paket sanki unutulmuş gibi bir yerlere tıkıştırılırdı. Masa altına, kanepe arkasına... Her dolaptan bir paket çıkardı. Yanlışlıkla üstüne oturduğun falan olurdu. Hangisi kimden gelmiş belli olmazdı. Böyle bir şeyi şimdi yapsan çatlak derler.
Eskiden insanlar daha iyiydi, toplum daha güzeldi gibi saçmalıklar edecek değilim. Çünkü öyle olmadığına eminim. Eminim de, bu hediye, jest, iyilik meselesinde "daha yok mu?" durumuna geldiğimiz de ayrı bir gerçek.
Bir prospektüsten bu kadar sosyolojik çıkarım yapan başka birini de kolay kolay bulamazsınız yani.
Herkese iyi seneler.
MUTLU TÖNBEKİCİ