kapat

Pazar Eki
31.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Tik tak... Tik tak... 10, 9, 8...
Bir kez daha zamanın anlı, şanlı akışını kutlayacağız. Dakikaları 12'ye doğru kovalarken 'tik tak' sesleri hayatlarından eksilmeyen bir aileye kulak verin bir de: 51 yıldır bu işi yapan Mustafa Nalçacı ile her biri ayrı ayrı bu iş için eğitilen ailesine

Bu akşam hepimiz pek çok kez saatlerimize bakacağız. 10'a 10 var, 11'i çeyrek geçiyor, 12'ye 5 var diyeceğiz. Sonunda, saatler tam 12'yi gösterirken birbirimizi kucaklayarak yeni bir yılın gelişini kutlayacağız. Saatlerimizle bu kadar haşır neşir olacağımız bir günde hayatlarını saatlerle geçiren Nalçacı ailesiyle tanışın. 51 yıldır saatçilik yapan Mustafa Nalçacı, 44 yıldır eşinin arkasında duran Müşerref Hanım, babalarının yolunda giden çocukları İhsan, İlhan, İrfan ve Nurhan.

Nalçacı ailesinin evine girdiğiniz zaman dört bir yandan 'tik tak' sesleri geliyor. Duvarlar, büfeler, konsollar, eller kollar saatlerle dolu. Üzerinde saat resmi olan kültablaları, yastıklar, örtüler... Derken gözüm Mustafa Bey'in saatli kravatına takılıyor ve hikaye başlıyor.

Mustafa Bey 1929 yılında Konya'da bir öğretmen çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İki abisiyle birlikte yaz aylarında vakti kuş peşinde koşarak geçermiş. Orta üçüncü sınıfa geçtiğinde babası küçük oğluna artık haytalıktan vazgeçme zamanının geldiğini ve kendisini saatçi Abdürrahim Efendi'nin yanına çırak olarak verdiğini söylemiş.

SAATE SEMPATİ
Mustafa Bey hiç itiraz etmeden başlamış çalışmaya. Tatil bitip de okul başladığında da vazgeçememiş o küçük, içi tıka basa saatle dolu, tik tak seslerinin yükseldiği dükkana gitmekten. Ders bitiş zili çaldığı anda dükkana koşturup çalışır olmuş. "Demek ki içimde bu işe karşı bir sempati varmış" diyor Mustafa Nalçacı ve ekliyor: "Lise üçe geldiğimde hâlâ çıraklığa devam ediyordum. O kadar çok çalışıyordum ve yaptığım işi o kadar seviyordum ki. Okul bitince babam beni diğer abilerim gibi üniversiteye göndermek istedi, fakat ben direttim, saatçi olmak istiyordum. Saatçilik beni çok etkiledi. Eskiden saatler böyle mekanik değildi, bir tık tık sesi vardı. Saati tamir ettikten sonra o hareketi görmek, sesini duymak beni çok etkilerdi. Bozuk bir saati canlandırmak o kadar hoş bir şeydir ki."

Ustası hayata veda ediyor, yani Abdürrahim bey. Oğlu işini devralıyor, ancak bir türlü muvaffak olamıyor, işler tepe taklak oluyor. Mustafa Bey üzgün tabii. Ona göre bu işi sevmek, saatin sesine aşık olmak lazım. Bu arada ünü bütün şehre yayılmış oluyor. İşini ne kadar iyi yaptığı dilden dile dolaşıyor. İşte o zaman öğretmen emeklisi babası biriktirdiği 3200 lirayı oğluna veriyor ve "Al o dükkanı" diyor.

Önce o dükkan, daha sonra biraz daha iyisi, büyüğü derken Mustafa Bey işleri yoluna koyuyor. Sabahın 7'lerinden akşamın geç vakitlerine kadar çalışıyor. Elleri kolları saat dolu. Tamir ettiği saatleri bir iki hafta kendi kolunda denemeden sahibine ölse vermiyor. İlla ki önce sağlamlığına bakacak, sonra teslim edecek. Ayrıca kendine aldığı saatlerin hiçbiri de kolunda kalmıyor. Dükkana gelen herkes, "Sen saatçisin, iyisinden anlarsın" diyerek onun saatlerini satın alıyor.

"İlk saatinizi ne zaman almıştınız?" diye soruyorum. "Aaah, o zamanlar" diyip yeniden söze başlıyor Mustafa Bey. Belli ki güzel bir hikaye daha gelecek. İyisi mi ondan dinleyelim: "Çıraklığa başlayalı üç yıl olmuştu ama hâlâ bir saatim yoktu. O zamanlar saat pahalıydı. Babam abime 18 liraya çok güzel, dikdörtgen, Zenith marka bir saat aldı. Ben ona bakıyorum. Derken elden düşme bir Zenith geldi. Usta alıp almama konusunda kararsız. Usta bu saati istiyorum dedim. Sana bir Nacar alalım dedi. Ben dedim ki yok, ben bunu istiyorum. Zarif bir saat. Zenith çok kıymetli. 'Peki şimdi paran var mı' dedi. 'Acığını sen ver, acığını ben' dedim. Güldü, kabul etti, bana o saati aldık. Yastığımın atına koydum saati, sesini dinleyerek uyudum."

KERAMET DÜKKANDA
Hikayenin Mustafa Bey'in büyük dükkana geçtiği bölümüne dönelim. Bir gün Müşerref Hanım tüm ailesiyle birlikte saatçiye geliyor. Büyük ablaya saat alınacak. Herkes vitrinde saat beğenirken tezgâh başında kalan Müşerref Hanım ile Mustafa Bey birbirlerini beğenip iki ay içinde evleniyorlar.

Mustafa Bey'in mal almak için çıktığı bir İstanbul gezisinde, Sirkeci'de dükkanları bulunan iki Rum kardeş Mustafa Bey'e şöyle diyor: "Kuzum biz buradan gideceez, artık çok yaşlandık, ama bu dükkanı sana satacaaz." Mustafa Bey parası olmadığını söylediğinde de şöyle diyorlar: "Be kuzum, para dert değildir, onu hallederiz, ama biz bu dükkanı sana satacaaz." "Neden?" diyor genç saatçi ve şu cevabı alıyor: "Sana namuslu derler be kuzum." Ve işte böylece aile İstanbul'a taşınıyor.

Mustafa Bey'in müthiş planı: Şirketin birimleri, çocukları

Mustafa Bey'in ünü, İstanbul'da git gide yayılıyor. Bu arada o da gidip en yeni makinaları alıp getiriyor dükkanına. Şen saatçi oluyor Konyalı saatçi. İşler büyüyor. Bu arada aile de genişliyor tabii. Müşerref Hanım şöyle diyor: "Mustafa Bey çok zekidir. Her şeyi önceden planlamıştır. Çocuklarla birlikte bir şirket kurmayı, bunun için hangi okullara gitmeleri gerektiğini bile yıllar öncesinden hesaplamıştır."

Gerkçekten de en büyük oğlan İhsan Alman Lisesi'ne gönderiliyor. Her tatilde de babasının yanında çıraklık yapıyor. Tamir işleri hala en büyük zevklerinden biri. Şöyle diyor: "Mikromekanik büyüleyici bir dünyadır. O kadar küçük bir hacimde o hareketleri görmek keyifli bir seyirdir." Ünivesitede makina mühendisliği okuyor ve işi büyütmek için atılımlara hazır olduğunun sinyallerini veriyor.

DAVUL ÇALSA DUYMAZ
İkinci çocuk İlhan Hanım, henüz 14 yaşındayken Sirkeci'deki dükkana gidip tamirat işleriyle ilgileniyor. Üçüncü çocuk İrfan Bey, daha küçük yaşlarda bir planın parçası olduğunu hissediyor ve ona göre ayağını denk alıyor. Önce Fransız okulunda okutuluyor. Daha sonra da üniversitede elektroniği seçiyor. Zamanı yakalasın diye. Bu arada Mustafa Bey de büyük bir fabrika kuruyor ve bankalardan havalimanının otoparklarına kadar pek çok yerde zamanla ilgili sistemleri kurmaya başlıyorlar. En sonunda da Nurhan Hanım doğuyor. Şirketin halkla ilişkiler departmanı. Önce iktisat, sonra da pazarlama okuyor. Anlayacağınız bütün birimler sırayla tamamlanıyor.

Fakat Mustafa Bey işi asla bırakmıyor. Geceleri geç saatlere kadar oturup kendi tasarımlarını yapmaya başlıyor. Müşerref Hanım'ın anlattığına göre çalışırken, bir saati tamir ederken ya da yenisini çizerken yanında davul çalsa duymuyor. Tabii Müşerref Hanım'dan sözetmeyi de unutmamak gerek. Kendisi bu büyük organizasyonunun geride kalmış ama esas kahramanı. Bütün çocuklarıyla birlikte yaşarken sabah kalkıp hepsine notlar yazarmış. Yapacakları işleri sıralar, gün içinde de arayıp o işlerin yapılıp yapılmadığını kontrol edermiş.

Mustafa Bey şimdi 71 yaşında. Halen yapmaktan en zevk aldığı şey saat tamiri. Beş torununa mesleği sevdirmeye çalışıyor. Kendisi hâlâ zemberekli saat takıyor. Pillilerden pek hoşlanmıyor. Şu dünyada en sevdiği ses 'tik tak.' En sevdiği saati ise dökdörtgen şık bir Zenith. Hani o bir zamanlar abisine 18 liraya alınan saat vardı ya, işte onun bir benzeri.

ASLI E. PERKER


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır