kapat

04.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
ZÜLFÜ LİVANELİ(livaneli@sabah.com.tr )


Anadolu soyluluğu

Denk geldi!

İki gündür sürdürdüğüm aristokrasi konusunun devamı olarak bugün Anadolu soyluluğu olarak adlandırılabilecek önemli kavramı yazacaktım.

Bir de baktım ki Deniz Baykal'ın Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye öğütlerini odasına asmasıyla ilgili bir tartışma yaşanmış. Bir takım çevreler Baykal'ı bu yüzden "sağa kaymakla" suçlamışlar.

Sırf bu tartışma bile, içinde bulunduğumuz kavram kargaşasını ve değerler sistemindeki altüst oluşu yansıtmaya yeterli.

Şeyh Edebali'ye sahip çıkmak bir siyasi parti genel başkanına onur verir. Yalnız Edebali'yi değil; Ahi Evran'ı, Hacı Bektaş'ı, Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, kısacası 13'üncü yüzyıl mucizesi olarak adlandırabileceğimiz dönemi, başımızın üstünde taşımalıyız.

Çünkü bir anlamda bizim rönesansımızın kökleridir bu isimler.

700 yıl önce, ırk ve din ayrımlarının büyük kıyımlar yarattığı o kargaşa yüzyılında, bütün dünyaya öyle bir "insan merkezli" felsefe yaymışlardır ki; bu düşünce bugün bile hayranlıkla izlenmekte.

21 Mart 2000 tarihinde Princeton Üniversitesi'nde bu konuyla ilgili verdiğim konferansın yarattığı etkiler, benim açımdan bu gerçeği tartışılmaz biçimde ortaya çıkarmıştı.

13'üncü yüzyıl Anadolu düşünürlerinin temel felsefesi "insanı her türlü değerin ölçüsü olarak görme" ilkesidir.

Hangi dinden, hangi ırktan, hangi görüşten olursa olsun; kadın ya da erkek, salt insan oldukları için dünyadaki her türlü değerin ölçüsüdürler.

Eğer Türkiye, 700 yıl sonra bu bilgelerin aydınlığına sahip olabilse ne Kopenhag kriterleriyle başı derde girer, ne de kendi içinde ırk, din ve kültür kavgaları yaşar.

***

İki gündür sürdürdüğüm yazılarda Osmanlı İmparatorluğu'nda aristokrasinin bulunmamasının günümüzdeki etkilerini ve soyluluk kavramını incelemeye çalışıyorum.

Bizim en önemli soyluluk kaynağımız "Anadolu Aydınlanması" nın etkileridir.

Kökleri Ahmed-i Yesevi'ye uzanan Anadolu tasavvufu, insanlık tarihinin en ilginç ve en parlak öğretilerinden birini oluşturur.

Müthiş bir hızla yayılarak Anadolu'yu ve Rumeli'yi etkisi altına alan bu din, ahlak ve insan kavrayışı bizim eh önemli mirasımızdır, geleneğimizdir ve soyluluğumuzdur.

Bu etki altında yetişmiş kuşaklar, Anadolu ve Rumeli'nin soylu ailelerini yarattılar. Bu insanlar Batı'daki anlamıyla aristokrat değillerdi ama düşünce ve duygu soyluluğunun en aydınlık örneklerini sergiliyorlardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki soylu insanlar bunun kanıtıdır.

Ne yazık ki işler 1950'den sonra tersine döndü; nihilist ve yıkıcı bir popülizm altımızı üstümüze getirdi.

Bu konuyu da açmamız gerekiyor.

***

Dört yıl önce Milliyet'teki köşemde Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye öğütlerini çerçeveli biçimde yayınlamıştım. Daha sonra bazı belediyeler bu metni benden istediler ve plaket haline getirdiler.

Deniz Baykal'ın bu metni odasına asması, adında "halk" geçen bir partiye yakışan davranıştır.

Çünkü "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" öğüdüne en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemdeyiz.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır