kapat

22.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Ramazan Özel
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Laiklikten taviz yok
Vural Savaş'ın yerine Yargıtay Başsavcılığı'na atanan Kanadoğlu, Yargıtay Başkanı Selçuk'un geçen yıl yaptığı "laikliği eleştiren" konuşmasına sert bir karşılık vermiş

ANKARA- Vural Savaş'ın yerine Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı Anmet Necdet tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na atanan Sabih Kanadoğlu'nun da başta laiklik olmak üzere pekçok konuda Savaş gibi düşündüğü ortaya çıktı. Kanadoğlu'nun Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un adli yılın açılışında yaptığı konuşmayı sert bir şekilde eleştirdiği ortaya çıktı. Böylece Yargıtay Başsavcılığı ile Yargıtay Başkanlığı makamları arasındaki görüş ayrılıklarının 21 Ocak'ta yeni başsavcının göreve başlamasından sonra da devam edeceği belli oldu.

Sami Selçuk, 6 Eylül 1999 tarihinde yaptığı konuşmada laikliğin Türkiye'de çarpıcı kırılmalara uğradığını ve teokrasi ile laikçilik arasında salınıp durduğunu belirterek "Kimileyin laiklik kırılması bir teokrasidir, kimileyin laiklik kırılması bir laikçiliktir" demişti.

Antikemalistlerin bir bölümünün Atatürkçülüğü, katı bir ideolojiye dönüştürerek, onu güdükleştirip dondurduklarını da savunan Sami Selçuk, "Atatürk'ü severken boğdular" görüşünü de seslendirmişti. Selçuk 1982 Anayasası'nın "meşruluktan yoksun ve geçersiz" olduğunu da öne sürmüştü.

MAKALEYLE CEVAP
Sami Selçuk'un büyük yankı uyandıran 55 sayfalık meşhur konuşmasından birkaç gün sonra, Sabih Kanadoğlu'nun Cumhuriyet gazetesinde bir makalesinin yayınlandığı ortaya çıktı. Kanadoğlu, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı olarak kaleme aldığı "Bir konuşmanın ardından" başlığı taşıyan 23 Eylül 1999 tarihli yazısında Selçuk'u sert bir şekilde eleştirirken şu ifadeleri kullandı:

KENDİ MEŞRUİYETİ DE ANAYASA'DAN DOĞUYOR:
"1982 Anayasası'nın hazırlanması, oylanması ve içeriği ile antidemokratik olduğunda ve değişmesi gerektiğinde görüş birliği vardır. Buna rağmen, bugüne kadar Anayasa'nın biçimsel meşruluktan yoksuz, geçersiz olduğunu ve maddi meşruluğunun da kalmadığını ilan etmek hiç kimsenin aklına gelmemişti. Meşruiyetsizliğin direnme hakkını meşru kılacağı, temsil ettiği kurumun ve kendi meşruiyetinin de bu anayasadan doğduğu ortada iken başkanın bu değerlendirmesi hatalıdır.

LAİKLİK OLMAZSA OLMAZ KOŞUL:
Başkan Sami Selçuk'un kamuoyunda geniş tartışmalara, bölünmelere yol açan konuşmasının din ve devlet ilişkisine ait bölümünde, Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve tarihsel gelişimi gözetilmeden yapılan değerlendirmeler gerçeğe uygun düşmemiştir. Laiklik, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlet olduğu iddiasına da katılmak olanaksızdır.

Özel ve kamusal yaşamı dinin belirlediği, devletin din merkezli olduğu ve değişmez, ilişilemez doğmalarla yönetildiği, rejimin teokrasi olduğu, doğru biçimde vurgulandıktan sonra Türkiye Cumhuriyetinin devlet örgütlenmesi açısıyla sınırlandırılsa dahi teokratik bir devlet olduğu ileri sürülerek çelişkiye düşülmüş ve cumhuriyete haksızlık edilmiştir.

LAİKLİĞİ KÜÇÜLTMEK:
Laikçi deyiminin hukuksal değerinin bulunmadığı ve değişik amaçtaki çevrelerin laikliği küçültmek için kullandıkları politik bir söylem olduğu açıkken, konuşmada Türkiye Cumhuriyetinin dini yönlendirme açısından laikçi olduğunu vurgulamak ayrı bir talihsizlik olmuştur. Kurtuluş Savaşında din sömürüsünden çok çeken Atatürk ve arkadaşlarının o dönemde dini denetim altında tutmaları anlaşılır ve gerçekçi bir tutum olarak değerlendirilirken, cumhuriyet döneminde bu sömürünün ulaştığı boyutlar (Şeyh Sait İsyanı, Menemen ve Sıvas olayları) ve bugün dahi rejimi tehdit ettiği olgusu göz ardı edilmiştir.

DEMOKRASİLERDE DEMOKRASİYİ YOK ETME ÖZGÜRLÜĞÜ YOKTUR:
İslamiyetin din ile devlet işlerini kaynaştırdığı, insanların devlet içindeki davranışlarını tanrısal kurallara bağladığı gözetilirse, kendine özgü hukukuna dayalı iktidar olma telebi evrim geçirmedikçe din hizmetlerinin devletin genel hizmetleri arasında yer almasına devam edilmesi zorunludur. Zira demokrasilerde, demokrasiyi yok etme özgürlüğü yoktur..."

GERÇEKLER SAPTIRILDI
Kanadoğlu, Selçuk'u "tarihsel gerçekleri saptırmakla, inanılan devlet ve cumhuriyet olgularını kötülemek ihtiyacı içinde olmakla, yapay bir biçimde hukuk devleti-hukukun üstünlüğü, cumhuriyet-demokrasi kavram ayrılığı yaratmakla" suçladı. Kanadoğlu, Selçuk'u soyut ve felsefi kavramlarla örtülmüş konuşmasını yaparken "tevazuu" bir tarafa bıraktığı "bencil ve iddialı bir biçem kullandığı" gerekçesiyle de eleştirdi.

Sayın Başkan özür dilemeli
Sabİh Kanadoğlu, makalesinde Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un özür dilemesini de istedi:

"Gönül isterdi ki, Sayın Başkan, 30 yıl önce Mayıs 1969'da seleflerinden rahmetli İmran Öktem'in insanın evrimi ile ilgili sözleri nedeniyle cenaze namazını kılmak istemeyenlerin çıkardığı olayları ve Yargıtay'ın kınama yürüyüşünü anımsasın ve Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, cemaatlerin din okulları açmalarının serbest bırakılması önerilerinin, öğrenim birliğinin kalkması nedeniyle doğuracağı kaosu görebilsin ve Atatürk öğretisinin Türkiye için, öğretmeni Sokrates'in öğütlerinden daha yararlı olduğunu fark edebilsin. Sayın Başkan, gerek meşruiyet ve gerekse irticai tehlike konusunda bıraktığı boşlukları ve düştüğü çelişkileri kapatma yolunda açıklamalar yapsa da, öncelikle Yargıtay'a ve İmran Öktem'in aziz ruhuna olan özür dileme borcunu bir an önce ödemelidir.

İSTİSMARA AÇIK
Başkan Sami Selçuk'un kamuoyunda geniş tartışmalara yol açan ve açacak olan son konuşması, metni üzerinde Başkanlar Kurulu'nun düşüncesi alınmamış, güdülen amaca aykırı, yargının ve Yargıtay'ın bu bağlamda ülkenin çığ gibi büyüyen sorunlarına yeterince değinmeyen, çözüm yollarını göstermeyen kısa süre önce çıkarılan yaşamsal ve ayrıca kişiye özgü yasalara suskun, siyasal istismara açık kişisel nitelikte bin konuşmadır. Bu tutum Yargıtay'ın kurumsal kişiliğini açıkça zedelemiştir."


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır