kapat

17.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Ramazan Özel
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
YILMAZ KARAKOYUNLU(yilmazk@sabah.com.tr )


Vuslatta yanmak...

Bu gece, "vuslat" gecesi...

Mevlânâ Celâleddin-i Rumi'nin ebediyete intikal edişinin 727. yıldönümü...

Mevlânâ sözcüğü, müritlerinin verdiği, "efendi" anlamına gelen bir yüceltme sıfatıdır.

Mevlânâ, varoluşun temelini, evrensel aşkın etkinliği olarak görür. Aşkın yaratıcı enerji olduğunu ve evrenin ancak bu enerji ile varolabileceğini söyler.

Yine Mevlânâ'ya göre insanlar, Tanrı'nın yaratıcı aşkına, ancak Tanrı aşkıyla cevap vererek ulaşabilirler.

Mevlânâ, Tanrı'ya ulaşmanın zikir ve cezbe ile değil; her türlü varlıktan arınıp sadece Tanrı aşkına, Tanrı yoluna düşmekle mümkün olacağını anlatır. Böylece tasavvuf, insanı Tanrı ile bütünleşmeye götüren bir aşk yolculuğudur.

Bu anlamda ölüm, ruhun dünyevi bedenden ayrılıp, ilahi bedenle buluşmasıdır ve buluşmanın adı Vuslattır...

***

Mevlânâ'nın mutasavvıf kişiliğinin oluşmasında en önemli isim, Tebrizli Şems'dir. Mevlânâ şiirlerinde, Tebrizli Şems'i bir mürşit gibi gördüğünü ve ona bir mürit gibi bağlandığını anlatır.

Bu derin dostluk ve tasavvuf aşkı, Konya'da Şems'e karşı bir husumete dönüşmüştü. Tebrizli Şems bir gece gizlice Şam'a gitti. Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled onu tekrar Konya'ya getirdi. Ama kısa süre sonra Tebrizli Şems yeniden ve ebediyen ortadan kayboldu.

Bu kayboluşun üzüntüsüyle Mevlânâ, ünlü eseri Divan-ı Kebir'i yazdı. Otuz bin dizelik bu muhteşem eserin bir diğer adı da "Divan-Şems"tir.

Mevlânâ hiçbir şiirinde, kendi adını ve mahlasını kullanmamış; yerine, bir hasret ve saygı ifadesi olarak mürşidim dediği Şems'i Tebriz'inin ismine yer vermiştir.

Zaman zaman bu şiirlerin Şems'e ait olduğu sanılmışsa da gerçekle ilgisi yoktur. Zira, Tebrizli Şems'in şiiri yoktur.

***

Bu gece Semâ törenleri yapılarak Mevlânâ anılacak...

Semâ, musiki ile vecde gelmek, raks etmek, dönmek anlamındadır. Mevlevi inancına göre varoluşun gâyesi, Allah'a ulaşmaktır ve Semâ, bu gâyenin insan yaşamındaki temel değeridir.

Semâ töreni ise, olgunluğu simgeler ve Hakk'a ulaşmanın mânevi yolculuğudur.

Mevlânâ, Tebrizli Şems'in teşvikleriyle semâa başlamıştır. Şems'ten sonra da semâa devam etmiş; hatta rebâb refakatinde şiirler söyleyip, raks etmiştir.

Semâzenlerin giysileri de önemli kavramları simgeler. Başlarındaki külah, mezar taşını; üzerlerindeki tennure kefeni simgeler.

Semâzenlerin sağ elleri yukarı, sol elleri aşağıdır. Bu hareket, Allah'tan aldığını (mânevi ihsanı) halka vermek anlamındadır.

Semâ, yedi bölümden oluşur. Birinci bölüm, Hazret-i Muhammet'i öven Na't-ı Şerif ile zenginleşir.

İkinci bölüm, kudüm vuruşu ile başlar. Bu vuruş, Allah'ın "Kün!" yani "Ol!" emrini temsil eder.

Üçüncü bölüme bir ney taksimiyle girilir. Bu taksim, Her şeye can veren "nefes"i temsil eder.

Dördüncü bölümde, semâzenler birbirlerine üç kere selam verirler. Bu selam, gizli ruha gösterilen saygıdır.

Beşinci bölümde, semâzenler üzerlerindeki siyah hırkayı çıkarırlar. Böylece (1) rakamını yani Allah'ın "tek" olduğunu anlatırlar.

Altıncı bölümde, Kuran-ı Kerim'den, Bakara Sõresi okunur. Yedinci bölümde dua ile birlikte semâ sona erer.

***

Mevlevilik, aslında Mevlânâ'nın hayatında değil, ölümünden sonra tarikat niteliği kazandı. Mevlânâ daha sağlığında Selahaddin Zerkub'u şeyhliğe getirmiş ve Hüsameddin Çelebi'yi de halifesi olarak belirlemişti. Her ikisinin ölümünden sonra oğlu Sultan Veled, babasının müritlerini toplayıp başlarına geçerek Mevlevi tarikatının yöntem ve kurallarını belirledi.

***

Mevlânâ, bir şiirinde, hayatta ne elde ettiğini soranlara şu cevabı verir. "Ömrümde ne kazandığımı anlat derseniz, siz söyleyeceklerim şu üç kelimeden ibaret olur: Yandım, yandım, yandım..."

Vuslatın 727. gecesinde bir rubaimi aktararak, büyük mutasavvıfı saygıyla anıyorum.

Bektaş-ı Veli, cân ile cânânı verir.

Rõmi dönerek Şems'ine, Sultan'ı verir.

Hikmetlere sarmış bizi Ahmet Yesevi;

İmân dolu bir damlada ummânı verir...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır