Şu Bülent Eczacıbaşı ne kibar insan; tıpkı rahmetli babası Nejat Eczacıbaşı gibi...
TÜSİAD toplantısında kalkıp kürsüye çıkmış ve tüp gaz patlaması sonucu çıkan yangında, itfaiyeci gecikmesi yüzünden her yanını alevlerin sardığı bir gecekonduya benzeyen ekonomik durum için şöyle demiş:
- Ülke uçuruma doğru giden bir yolun tam son sapağında...
Yani hemen direksiyon kırılmazsa, uçuruma uçmak kaçınılmaz olacak...
Gerçekten de uçuruma düşme uyarısını yaparken ne kadar kibar Bülent Bey... Sanki Türkiye, biten yüzyılı da rezalet bir fiyaskoyla köküne kadar ıskalamamış gibi...
Sanki Türkiye, "adam başına düşen ulusal gelir birimi" açısından evrensel tablonun 93. sırasında değilmiş gibi...
Sanki "yaşam kalitesi" açısından, Yunanistan'ın bile 65 basamak altına düşmemişiz gibi...
Sanki "ulusal gelir dağılımındaki dengesizlik" açısından, Tanzanianın bile altındaki Dünya'nın en geri 5 ülkesinden biri değilmişiz gibi..
Ankara egemenlerinin üniversal gerçeklerden kopuk sanal bir alemde, halk kitlelerini hamaset demagojileriyle afyonlayarak; "Mafya-siyasetçi-bürokrat" üçgenlerine talan, yağma ve hapazlama olanakları sağlayıp durmaları sonucu, 20. yüzyılın bitiminde de yine çağ dışı kaldık; yani yine uçurumun dibinde kaldık...
Bülent Bey'in yaptığı uyarı aslında, uçurumdan çıkma çabalarının da tehlikeye girmekte olduğu konusunda..
"Uçuruma giden yolda son sapak" demesi kibarlığından...
Bir de buna Avrupa Birliği'yle olan ilişkilerdeki uyumsuzlukla soğukluğu da eklerseniz; mevcut durum tam eski bir tekerlemedeki gibi:
Masal masal matitas
Kaynanamın kıçı tas
Çukura düştü çıkamaz
Pır pır eder uçamaz...
Acaba bu tekerleme marş olarak bestelenip resmi bayramlardaki yürüyüşlerde çalınamaz mı?
Süleyman Bey de, belki kabul eder en önde sert adımlarla yürümeyi...
Ve tarihe de ilk kez otantik bir fotoğraf bırakmış oluruz böylece...
Tabii Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda...
Ünlü Yunan düşünürü Diojen'in belleği gayet güçlüymüş. Bir gün kendisine adamın biri:
- En iyi yemek hangisidir, diye sormuş.
Diojen:
- Yumurtadır, demiş.
Aradan 10-15 yıl geçmiş. Aynı adam yine çıkmış karşısına:
- Neyle yenir, demiş.
Diojen hiç duraksamadan vermiş yanıtını:
- Tuzla...
Ünlü düşünür aramızda olsaydı da kendisine vaktiyle sorsaydık:
- İnsanın en temel özelliği nedir?
Herhalde şöyle diyecekti:
- Akıl...
Ve bugün pat diye yeni bir soru yöneltseydik:
- Neyle yenir?
Bizim yöneticiler hengamesine şöyle bir baktıktan sonra, yine sanırız hiç duraksamadan:
- Peynir ekmekle, diyecekti...
Eski Osmanlı mistiğinde, "mülkiyet" üstüne yapılmış sevimli tanımlamalar vardır; şöyle ki:
- Şeriat'da o senindir, bu benim; Tarikat da hem senindir, hem benim; Hakikat'de ne senindir, ne benim..
Ankara'daki koalisyon kabinesinin "iktidarı" da, galiba biraz buna benziyor...
Kendi aralarında:
- Şu senindir bu benim; hem senindir, hem benim, diye konuşsalar da; Hakikat'de ne senindir, ne benim..