kapat

17.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Ramazan Özel
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Fatma Girik'e benzeyen kadın ve Basın Baronu
Terbiyesizdi kadın. Tıpatıp Fatma Girik'e benzediği hafızamda. Cengiz Yarbağ'a takmıştı. "Kalk git" diyemiyoruz, kadınlık gururu kırılır...

En iyisi Yavuz Özışık'ı dinlemek. Yavuz, Fransızca şarkılar söyleyen tek müzisyen. "Nathalie"yi söylüyor. "!Nathalie" o yıllar düşlere ilham veren şarkı: Kızıl Meydan'a bakan Kafe Puşkin'de Nathalie ile çay yudumlamak.

Yavuz, "Nataliiiii..." diye gırtlaktan iki dörtlük iç çekerken, Nathalie'yi bir feryat katletti:

-Ayyy!.. N'aaptın alçak?
Kedi ezmiş gibi yerimden fırladım. İmitasyon Fatma Girik çığlık çığlığa ayaktaydı. Boynu, göğsü, elbisesi sırılsıklam. Çok kızan Cengiz, kazayla (!) bira bardağını kadının üstüne dökmüş meğerse... Islak kadını tuvalete gönderdik. Cengiz, sofrada kime kızarsa mutlaka bu kazayı (!) yapardı. Biz de olay büyümesin diye çıktık Steak House'dan... Orası, hemen her akşam gittiğimiz, Sıraselviler'deki nefis bir lokaldi. Rahmetli arkadaşlarım Örsan Öymen ve Egemen Bostancı ile orada yaşanmış anlar, tinta bir fotoğraf gibi hafızamın galerisinde...

Saat gelmişti. Gazeteye dönecektik. Çünkü; Ay yolculuğu başlamak üzereydi, demek ki 1969 yılı...

O akşam aslında, Yurttaş Kane filmini seyredecektim. 16 milimlik makarasını bulmuştum. Bir 16'lık oynatıcım vardı, sinema paradiso'mu onunla yaratırdım.

BASIN BARONU
Bir basın kralını anlatan Yurttaş Kane filmi, gazeteci olduğumdan heyecan veriyordu. Bizim patron Haldun Simavi için de "Türkiye'nin Yurttaş Kane'i" derdi kimileri... Daha doğrusu, filmde Kane adıyla canlandırılan Amerikalı gerçek Basın Baronu Hearst ile Haldun Simavi ölçülürdü.

Hearst bir "self made man" idi, kendini yaratan adam. Fakir doğan, Examiner gazetesini 24 yaşında 15 bin satıştan alıp, günde 20 milyon gazetenin satıldığı imparatorluğa büyüten adam... Basının Jül Sezar'ı. Bir dahi...

Bir başka 24 yaşındaki dahi Orson Welles ise, yaptığı Yurttaş Kane / Citizen Kane filmiyle onun efsanesini ölümsüzleştirdi. Bütün zamanların en iyi filmi, en konuşulan, sürekli yorumlanan, tamamı çözümlenemeyen Yurttaş Kane.

Hearst; Basın Baronu ise, Haldun Simavi de Babıali'nin Zeus'u idi. Aynen Zeus gibi, gözükmeyi sevmezdi, loşluklardan şimşekleri çakar, yağmurları yağdırırdı.

Günaydın Gazetesi'ni çıkaracağımız 1968 yılının Kasım ayındaki sohbetlerin birinde şöyle demişti:

-Size bir kadeh viski ikram edene, şişe açtırarak cevap verin. Faturayı getirin, ben öderim.

Bir manken kadar zarif, bir filozof kadar mantıklı, toleransı "yüzde bir" olan basın kralı ile çalışmak zevkli olduğu kadar zordu. Mantık, teknik bilgi, namus, yaratıcılık ve enerji bir arada olacaktı. "Tembelliğe yol açmasın" diye gazete binasına asansör yapılmamıştı.

'ŞİŞKODAN GAZETECİ OLMAZ'
Ay'a gidilen o gecede, merdivenleri üçer üçer atlıyorduk. Gece müdürü arkadaşımız ise hayli kiloluydu. Merdivenleri ağır ağır çıkarken Haldun beye yakalanmış. Ertesi gün şu gerekçeyle arkadaşın işine son vermişti: "Şişkodan gazeteci olmaz!.."

Bernard Shaw da "-Siz hiç şişko devrimci gördünüz mü?" der ya..

Tam o sıralar Süleyman Demirel başbakandı... Talihsiz bir haber yüzünden Haldun Simavi ile Süleyman Demirel kapıştı.

...Ve GÜNAYDIN-DEMİREL SAVAŞI (*) başladı.
Basının gücü mü, politikacının gücü mü? İki ağır top tartıdaydı.

Günaydın-Demirel Savaşı; gazetenin üst üste patlattığı yolsuzluk, siyasi eleştiri bombalarıyla sürüyordu.

Ortalık toz dumandı ve bir gün Haldun Simavi bana "-Faruk Sükan gelmiş, sen de odada bulun, gerekirse not alırsın" dedi. Faruk Sükan, Demirel'in eski İçişleri Bakanı idi. Bir gece yarısı Meclis'teki CHP dolaplarında "suç unsuru" belge arayacak kadar dedektifliğe meraklıydı. CHP Lideri İsmet İnönü "Eşkiyanın ne yapacağı belli olmaz" diyerek olayı değerlendirmişti. Faruk Sükan'ın namı o günden sonra "Zehir Hafiye" olmuştu.

Faruk beyi aldım danışmadan, merdivenlere vurduk. Asansör aranıyordu. İkinci kata geldiğimizde dayanamadı, puflayarak:

"-Asansör bozuk mu?" diye sordu. "-Bizde asansör yasak" dedim. Kırmızı yüzüyle ünlü Faruk Sükan, yorgunluktan mosmor olmuştu.

GAZETECİNİN ONURU
Faruk beyin koltuğunun altında dört ağır klasör vardı. İçlerinde yüzlerce sayfa dosya kağıdı... Adamcağız merdivenleri çıkarken kalpten gitmesin diye klasörleri yüklendim. Sağ salim en üst kata çıktık sonunda... Haldun Simavi'nin masasına yatırdığım klasörlerde Süleyman Demirel aleyhine belgeler vardı (Faruk beyin iddiası) ve bunlar Demirel'i deprem gibi sarsardı. O sıralar Faruk Sükan'ın Demirel ile yolları ayrılmıştı.

Haldun bey belgeleri inceledi ve daha üçüncü beşinci sayfada bıraktı:

"-Bunlar bizim işimiz değil yavrum.." dedi Faruk Sükan'a ve ekledi: "- Özel yaşam ile darbe vurmak gazetecilik onuruna yakışmaz..."

Aradan 30 yıl geçti. Bunu unutmam mümkün mü?

Demireller'in dosyalarında yüz kızartacak sır yoktu, ancak aileye özel konuları haber yapmak haysiyetsizlikti.

Şu gazetecilik mesleğinde "en yakışırın" böyle davranmak olduğunu öğrenmiştim.

Haldun Simavi birkaç ay sonra önüne koyulan Aktör Orhan Günşiray'ın anılarını da "-Erkekler, sevgililerini teşhir etmez..." diyerek atarcasına geri vermişti. Sonra bize açıkladı:

-Gazetecilikte insan onuru kırmak olmaz. Bir de o kadınları düşünsenize... İnsanı aşağılayan, teşhir eden, mahçup eden, alay eden yazılardan okur nefret eder..."

Tam anlamıyla gazetecilik, bobin kağıdını baskı mürekkebiyle boyamak değil. Bir başka marifet, haysiyet, ağır yetenek, geniş zeka, bilgi, deneyim ve pusula gibi şaşmaz "mantık" ister.

Babıali'de devrim 1968'de çıkardığımız Günaydın ile yapıldı. Zeka ve yaratıcılık rutin anlayışının yerini aldı. Haldun Simavi, üç genç adamla yola çıktığında (Rahmi Turan, Akgün Tekin ve Tevfik Yener) "Çoluk çocukla büyük gazete mi yapılır?" deniyordu. Oysa biz "yeni fikirler cephaneliği"ydik. Utandırdık Babıali'yi...

Geleneksel yöntemler ve geleneksel gazeteciye karşı "Bilgi yüklü yeni fikir işçisi" rekabette kesin avantajı sağlamıştı.

Verimlilik çağına uyamayanlar Babıali'nin kaygan kumlarına gömüldü maalesef...

"Mükemmel olmak şarttır. Çünkü mükemmellik son noktadır, aşılamaz" prensibiyle ölümsüzleşen; Hearst, Simavi, Karacan, İpekçi, Walter Lipman,Nadi, Perin, Lazaref ve Bilgin gibi gazeteciler asla kaybolmaz. Onlar; ekolleri ile basını yaşatıyor. Sonraki kuşaklar da, kendi yaratıcılıklarını katarak yaşatmaya devam edecek.

(*) Gazeteci-Politikacı Savaşı'nın sonunu merak ediyorsanız, gazeteci kazandı. Ayrıntı isteyenler 1970'ten 12 Mart 1971'e kadar gazete arşivlerini incelesin.

TEVFİK YENER


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır