kapat

CUMARTESİ EKİ
18.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
Edebiyat yarışmaz
Yarışmalar, televizyonların en ilgi çeken programları arasında. Bu, dün de böyleydi, bugün de...

Doğaldır, çünkü yarışma programlarında hem yarışan, hem izleyen bilgisini sınadığı gibi çeşitli ödüller de kazanma olanağına kavuşabiliyor. Bu yüzden olacak hemen her televizyon kanalında bir, hatta birkaç yarışma programı bulunmakta...

İnsan, popüler kültürün dayatması olarak sunulan bu programları izlemese de zaman zaman televizyon karşısına mıhlanıveriyor...

Üzerinde durmak istediğim bu yarışmalarda ne kadar "milyar" ödül verildiğinden çok, edebiyata yaklaşımları, daha doğrusu sorular karşısında katılanların ve izleyenlerin aldığı tavır. Mesela geçenlerde olduğu gibi, 1980 yılında doğan bir genç kızın "12 Mart" darbesinin kaç yılında yapıldığını bilmemesini anlayabiliyorum.

Doğrusu, "torik" balığının küçüğüne ne denir, bilmiyorum ve bu da beni pek fazla ilgilendirmiyor.

Fakat edebiyat üzerine sorulara verilen yanıtları duydukça içim eziliyor. Üniversiteli bir genç, Tolstoy'un adını duymamış olabilir mi?

"Yürümek", "Şafak" kitaplarının yazarının Sevgi Sosyal olduğunu bilmeyebilir, ama stüdyoda bulunan onca insana sorulunca da yine popüler kültürün bir yanılsaması olarak nasıl "Pınar Çekirge" adı çıkabilir?

Ya elli yıldır adı, gazetesiyle özdeşleşmiş İlhan Selçuk yerine Cumhuriyet'in başyazarı olarak "Selçuk Yaşar"ın adının çıkmasına ne demeli?

Bu sorular daha da çoğaltılabilir ve hiçbirine "yarışma heyecanı" bahane olamaz.

Yapılacak nedir peki?

Yapılması gerekenin en kestirme yolu, bu yarışma programlarından edebiyat sorularının çıkarılmasıdır, derim. Böylece hem aramızdan ayrılanların ruhları muazzep olmaz, hem de halen yaşayan edebiyatçılarımız böyle bir utanç ile yüz yüze kalmak zorunda hissetmez kendilerini...

Edebiyat hayatımızda ne kadar yer tutuyor ki, yarışmalarda da olmayıversin.

Diyeceksiniz ki, adı "yarışma" ve "böylece insanlar edebiyatı öğreniyorlar."

Elbette edebiyat da bir "yarış"tır, ama edebiyat yarışmaz, yarıştırır çünkü...

Teşekkür

Hayata teşekkür ediyorum. Beni doruğa çıkardı. Onun haricinde geriye kalan her şey edebiyattır, yalnızlık dememek için. Driss Chraibi

HAFTANIN KİTABI
Sarayburnu'dan kalkan martılar Sirkeci, Eminönü, Unkapanı, Cibali, Fener, Ayvansaray, Eyüp, Hasköy, Kasımpaşa, Tersane, Azapkapı, bir de Salı Pazarı üzerinde dolanıyorlar. Yalnızca bir martı Karaköy'de bir sandala tünemiş durumda...

İşbu "çizgi" ile meydana gelmiş "manzara", Ferit Öngören'in Schneidertempel Sanat Merkezi yayını "Corne d'Or", alt başlığıyla "Çizgilerle Haliç'te Gezinti" albümünde yer almakta... Öngören'in otuz yılı aşkın bir süredir İstanbul'u resimliyor ve bu "çizgi"lerin ardında yatan anlamı da şöyle açığa vuruyor:

"Tarih boyunca çeşitli topluluklar ve değişik inançlar gelip Haliç'in kıyılarına yerleştiler. Bu insanlar kendi kültürlerini geliştirdikleri gibi, barış içinde bir arada yaşamanın en güzel komşuluk örneklerini sergilediler. Ben de bu dostluğun, kardeşliğin izlerini semt semt çizgilere geçirmek istedim."

"Çizgilerle Haliç'te Gezinti" kitabı, Türk karikatür sanatının en özgün yaratıcılarından Öngören'in "olgunluk" düzeyi her zaman en üst skalada yer almış yapıtlarından emsalsiz bir örnek...

"Haliç'in resmini yaparken tarihin yüzünü okşar gibi oluyorsunuz" diyor ya üstat, gerçekten de işte öyle...

HAFTANINKARE ASI
* Damlalar

Aydın Boysan

(Bilgi)

* Strasbourg Yazıları Server Tanilli (Adam)

* Tensel Haz

Kavafis

(Boyut)

* Ajan

Stuart Woods

(Bilge)

Şair-i Azam'ın evi
Tanzimat dönemi şairlerinden, "Şair-i Azam" Abdülhak Hamit, bir gün Beyoğlu'nda kendi adı verilen bir sokaktan geçerken içini çekerek şöyle diyecektir:

"Ne olurdu şu sokağa adımı vereceklerine, buradan bana bir ev verselerdi."

O ev "Şair-i Azam"a verildi mi pek bilinmiyor, ama hayatının son 11 yılının eşi Lüsyen Hanım ile Maçka Palas'ta geçtiği kesin. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet'e geçişin ve İstanbul entelektüel hayatının 78 yıllık tanığı Maçka Palas, şimdilerde Körfezbank'ın genel müdürlük binası olarak hizmet vermekte...

Körfezbank da geçen günlerde "Şair-i Azam"ın evini hayatı ve sanatını konu alan bir sergiyle "Körfezbank Sanatevi" olarak sanatseverlere açtı.

Abdülhak Hamit'ten açılmışken bir nükte ile sözün kaymağına bal katalım.

Hamit'in Süleyman Nazif ile arkadaşlığı iyidir. Bir gün Nazif, Tokatlıyan'a gidip birkaç kadeh içmeyi önerir. Hamit ise Lebon'a gitmekten yanadır, çünkü İsmail Müştak'a söz vermiştir.

"Beyefendi" der Nazif, "Müştak sözünde durmaz, boşuna beklemeyelim."

Hamit üsteler, Süleyman Nazif de uymak zorunda kalır. Lebon'dan içeri girince İsmail Müştak'ın Hamit'i beklediğini görürler.

Hamit, haklı çıkmanın gururuyla "Gördün mü?" der Nazif'e.

Süleyman Nazif ise ellerini açarak İsmail Müştak'a şöyle diyecektir:

"Yahu ne acayip adamsın sen? Bir sözünde durmamak ünün vardı. Beni beyefendiye karşı yalancı çıkararak şimdi onu da kaybettin."

ŞAİR DİYOR Kİ
Şükran Kurdakul

Dürbün
Buğulu aynaya yansıyor bir bir En uzaktakilerle yakındakiler.

Elindeyse geçmişe doğru ilerle, Elindeyse dürbünü tersine çevir.

Seçme Şiirler (Adam Yayınları)


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır