kapat

PAZAR EKİ
08.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim


İçimden bu bayları gıdıklamak geliyor

emreakoz@sabah.com.tr

"Futboldan anlamam, eğlenceyi bilmem, küfür etmem" diyen birisinden ev ya da kullanılmış araba filan satın alabilirsiniz belki... Peki ama böyle bir kişiyle arkadaş olmak ister misiniz?

Bu yazıları takip edenler, ara sıra bürokrasiye 'çaktığımı' bilirler. Bürokrasi tabii ki gerekli bir aygıttır. Ancak bu yapıyı oluşturan insanların yaşam biçimlerinin bir örnek, bir model olarak topluma sunulması, açıkça ya da gizliden gizliye "siz de böyle" olun denmesi canımı sıkar. Çünkü bürokratların onda dokuzu sıkıcı insanlardır: Öyle doğduklarından değil, o hale getirildiklerinden...

Bunun son örneğini Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olunca, onun yerine Anayasa Mahkemesi'ne başkan olan Mustafa Bumin'in Sabah'ta iki gün yayınlanan röportajında gördük.

Tüm içtenliği ile yaşam biçimini Taki Doğan'a anlatan 1940 doğumlu Başkan Bumin bakın neler diyordu:

*"Canım şimdi evde balık yapılmış, mis gibi kokuyor, yanında bir kadeh rakı içeriz yani..."

* "Futboldan anlamam. Üç futbolcu ismi bilmem."

*"Kahveye gitmem."

* "Eğlenceyi bilmem. Diskoya ve gazinoya hayatımda gitmedim."

* "Gürültülü yerde asla duramam. TV'de insanları eğlenirken görüyorum. Allah Allah diyorum."

* "Hayatımda kimse ile tartışmadım. Kimseye de -bilmediğim için- küfür etmedim. Araba kullanırken bile önde hata yapan kişi için hanıma söylerim, 'Hanım şuna kız!' diye..."

Bunları söyledikten sonra Başkan şöyle diyor:

"Yahu biz vatandaşın ta kendisiyiz."

Ben de diyorum ki, değilsiniz yahu!

Elinizi vicdanınıza koyun. Biraz kendinizi, biraz da çevrenizdeki insanları düşünüp cevap verin: Bizim halk böyle midir?

Galatasaraydı, Beşiktaştı diye ortalık inliyor. Salı ve Çarşamba geceleri millet TV'nin başında; randevular ona göre ayarlanıyor...

Tekel'e zam gelince gazete başlıklarından iniltiler yükseliyor. Yeni Rakı mı daha iyi, Tekirdağ mı diye tartışmalar oluyor...

Ülkede onbinlerce kahve var. Kahvenin statüsü düşük, kafeninki yüksek. Ama ikisi de dolup taşıyor. Kahve deyip geçmeyin halkın (erkeklerin) sosyalleşme ve iş bulma mekanları onlar...

Biraz ekstra parası olan gazinoya mazinoya gidip eğleniyor. Olmadı TV'nin önüne kuruyor çilingir sofrasını...

Hele 'küfür' derseniz; en ucuz deşarj olma biçimi. Sudan ucuz; açıyorsun ağzını, yumuyorsun gözünü, sallıyorsun, gidiyor adresine. Oh!..

Durum buysa, ben de sorarım: Yahu siz hangi ülkenin vatandaşısınız?

Ya da gelin yolumuza başka bir soruyla devam edelim: Bu bürokratlar nasıl 'böyle' oldular?

İnsan kaynakları konusunda Türkiye'nin ilk uzmanlarından olan Cüneyt Ülsever, 1950'lerde Ankara'da memur bir babanın çocuğu olarak geçirdiği günleri bakın Liberal Düşünce dergisinin birinci sayısında (Kış 1996) nasıl anlatmıştı:

"Ankara'da o yıllarda neredeyse herkes bürokraside çalıştığı için insanlar hep birbirine benzerdi. Ayağımızda lastik ayakkabılarımız, sırtımızda ise büyüyen komşu oğlunun ona artık küçük gelen ceketi olurdu. Başkasının elbisesini giymek, değil ayıp sayılmak, neredeyse özenilen bir olgu idi. Fiyakalı bir cekete daha sahibinin üzerinde iken göz koyar, annelerimizi önden uyarırdık. Mahallede statü farkı, siyah makam arabası olan babaların akşam eve yine bir bürokrat olan şoför ile getirilmesi ile belirirdi. O amcalardan biraz çekinirdik. Zira onların makamının babalarımızın makamından üstün olduğunu bilir, yapacağımız bir yanlışla babalarımızın kariyerini etkilemekten korkardık. Eh, bu amcaların oğulları da bizden biraz farklı olurlardı, mahalle maçlarında takım kaptanlığı onlara düşerdi."

'Marksizmden Liberalizme: Pratik Teoriyi Daima Aşıyor...' başlıklı yazısına şöyle devam ediyordu Ülsever:

"İnsanların bu kadar birbirine benzediği, statü farkının liyakatten değil, kayırma ile elde edilen makam farkından oluştuğu, var olabilmek için bir gruba dahil olmanın mecburiyet olduğu, torpilin övüldüğü, 'Allah devlete zeval vermesin, aç değiliz, susuz değiliz' diye dualar edildiği bir yerdi Ankara benim çocukluk yıllarımda. Bunun tıpkısının sosyalist ülkelerde yaşandığını değil o zamanlar, koyu bir sosyalist olduğum gençlik yıllarımda da bilmiyordum. Aman böyle olmasın diye diye sosyalizme öykünürken, esasında elde olanı istediğimizin hiç farkında değildim."

Bürokratik çarkın insanları ciddiyet kisvesi altında nasıl kuruttuğunu; yeknesak, tek düze, çilekeş kıldığını görüyorum da... İçimden onları gıdıklamak geliyor!


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır