kapat

PAZAR EKİ
08.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim


Satarsan namus gider mi?


Hilmi Yavuz "Seçkin okur varsa, ne eleştirmene ne medyaya ihtiyacım olur" derken, Zeki Coşkun "Seçkinler için yazıyorum anlayışı avuntudur; kimin neden, nasıl sattığı mesele olmamalı" diyor

*Kitabının çok satması bir yazar için 'amaç' olmalı mı?

Hilmi Yavuz: Bunun yanıtını Nobel Edebiyat ödüllü Octavia Paz'ın bir sözü ile yanıtlamak isterim. Şöyle diyor Paz: "Bugün bir kitabın değeri, onu satın alan insanların sayısıdır. Yayıncıların başlıca amacı, en çok satanları üretmek olduğunda, edebiyat ölür. Piyasanın mantığı edebiyatın mantığı olamaz." Son zamanlarda yapıtların kaç para kazandırdığı ile ya da kaç sattığıyla değerlendirilmesi edebiyatın öldüğü anlamına gelir. Bunu kapitalistleşmeyelim anlamında söylemiyorum. Kapitalizm olacaktır, ama sadece satış öne çıkarılır ve edebiyat değeri göz ardı edilirse bunun adı değişir ve vahşi kapitalizm olur. Çok satan romanlar gerçekten göz alıcıdır; tıpkı semalarımızda bir süre görünüp sonra kaybolan meteorlar gibi. Oysa gerçek edebiyat eserleri, daima gökyüzünde olan yıldızlardır. Türkiye'deki bu 'çok satan' furyası ile, edebiyatımızın değerinin düştüğünü, bayağılaştığını söyleyebilirim.

Zeki Coşkun: Hilmi Hoca konuya çok sağlam bir referansla, Nobel ödüllü bir yazarla girdi. Yılbaşından beri 'Edebiyatın Tasfiyesi' diye yazdığım yazılarda, benzer bir noktanın altını çizmeye çalıştım. Edebiyatta niteliksel bir tasfiye var. Bundan sonra ben de "Paz böyle diyor" diyeceğim; çünkü bu yazılardan ötürü çok eleştiri aldım. Fakat burada başka bir şey daha var: İki ayrı kulvar birleşti. Eskiden Tolstoy'un kitaplarının yüz binlerce

basıldığı ve çıkacağı gün kitabevinin önünde binlerce kişinin kuyruk oluşturduğu söylenirdi. Daha sonra aynı şeyi 80'li - 90'lı yıllarda Amerika'da gördük. Ama bu kitapların arasında mesela, Madonna'nın da bir kitabı vardı. Deyim yerindeyse Sovyetler öncesi dönemdeki hal ile kapitalist dönemdeki pazarlama olgusu birleşti.

* Çok satan kitap aynı zamanda iyi edebiyat olamaz mı?

HY: Çok nadir. Edebiyat elit işidir. İyi yazarlar, diğer yazarlar ve seçkin edebiyat okurları için yazar. Birinin yazarlığını da kitaplarının değeri kadar okurunun niteliği de belirler. Şayet, birinin kütüphanesinde Barbara Cartland, Esat Mahmud Karakurt, Orhan Pamuk, Murathan Mungan varsa, Bilge Karasu, Kemal Tahir, Behçet Necatigil yoksa benim bu kütüphanede işim olamaz! Varsa, "Kötü bir okura düşmüşüm" diyerek yakayı sıyıramam! İyi bir yazar,

bunların arasında olmaz! Çok satan kitapların öne çıkması gerçek bir edebiyat yapıtı ile herhangi bir piyasa kitabını kavrayamayan 'okurlar' yüzünden oluyor. Üstelik bu ikisini aynı kefeye koyuyorlar. Bunun adı düpedüz budalalıktır. Bunu da ben değil Milan Kundera söylüyor. Bu budalalık yüzünden de seks, entrika, gizem bir romanda muhakkak oluyor. Umberto Eco, bu konuda Casablanca filmini örnek verir ve bu filmin sinema tarihi için önem taşımamasına rağmen neden bu kadar çok gösterildiğini, 50. yılının kutlandığını sorar. Çünkü bu filmde o klişeler arka arkaya sıralanmıştır.

* Çok satan kitapların kısa süre için beğenildiğini sonra da kaybolduğunu söylediniz. Oysa kitapları çok satan Murathan Mungan aynı zamanda uzun süreli sattığını da söylüyor?

HY: Bu verilerin doğruluğunu bilemeyiz. Çok sattığına dair veriler var ama uzun sattığına dair... Bakın buradaki problem nitelikli, seçkin okurun kaybolmasıdır. Bu da kapitalistleşiyoruz da ondan oluyor falan değil! Çünkü Batı'da seçkin, özenle korunmuştur. Yani bizdeki 'kitsch'leşme olmadı. Edebiyatın ölmesi de budur. Çünkü edebiyat yapıtı üç öğeden oluşur; yazar, kitap ve okur. Nitelikli kitap nitelikli okura ulaşmıyorsa, üretilmesinin bir anlamı yoktur. "Ben yazarım kim okursa okur" ne demek! Çok satan bir yazarımız "Ben standart 50 bin satıyorum" diyor. Satabilirsin! Ama senin kitaplarının 50 bin satması için gerçek edebiyat yapıtlarının da o kadar satması gerek! Niye Murathan Mungan 50 bin satıyor da Bilge Karasu satmıyor? Orhan Pamuk 100 bin satıyor da, niye başka bir romancımız satmıyor? Bunu soruyorum ve edebiyat çevresi bu sorunun üzerinde durmalıdır! Kimse Barbara Cartland okuyan beni almışsa, bu beni ilgilendirmez dememeli!

* Edebiyat seçkin işi ise, Türk edebiyatının çok önemli bir türü olan toplumsal gerçekçilik türünde yapıtlar veren yazarlar yanıldı? Orhan Kemal, Nazım Hikmet gibi... Onların halka ulaşmak gibi bir gayesi vardı.

ZC: O zamanlar yazarların "Kitaplarım köy kahvesinde de okunsun" diye bir derdi vardı. Ama o kitaplar köy kahvesine gitmedi. Köy kahvesine gide gide görüntüsüyle, aksanıyla Turgut Özal gitti. O da ABD üzerinden gitti. Bugün edebiyat da pazarlamasından, reklamına kadar sokaktaki adama ABD tarzı gidiyor. Bu yaşadığımızı 20. yüzyılın son çeyreğinde Batı da yaşadı.

EDEBİYAT ASALAK MI?
HY: Halk için edebiyat olmaz. Bir roman, Marks'ın, Engels'in sözlerini aynen söyleyen karakterlerden oluşuyorsa bunun adı propaganda yapıtı olur. Zaten Engels ve Marks da bu tavrı benimsemez. Türkiye'de çok iyi toplumcu gerçekçi romanlar yazıldı ama onlar da bu hedef kitleyle buluşamadı. Örneğin, Orhan Kemal sosyalist gerçekçi romanın en önde gelen yazarıdır, ama onda propaganda yoktur ve hedef kitleyle buluşamamıştır. Buluşsaydı da edebiyat olmazdı.

* Yayıncılar ve kitap reklamına destek veren yazarlar, reklamla kitaba dikkat çekebildiklerini söylüyor. "Aksi takdirde kitabı kimse görmez" diyorlar. Bunun bir zararı mı var?

HY: Seçkin okurun böyle bir kılavuza ihtiyacı yok. Bu işi belli bir çevre izler ve onlar kendi aralarında iletişim kurar.

ZC: Ben bize özgü yapılıyor derken bunu kast ettim. Çünkü bizde Batının

formları olmasına rağmen pazarın koşulları yok. Ne var Batı'da; menajerler, dergiler, eleştirmenler vs. Bu kişiler ve kurumlar bir kitabı geniş kitlelere ulaştırmanın yolunu arar, basına falan duyurur. Bizde ise bunlar yok. O zaman ne oluyor; yazarla bir söyleşi yapılıyor, hatta bu söyleşiyi yazarın bizzat kendisi düzeltebiliyor. Yazar röportajını da ayarlıyor, kitabında öne çıkması gereken yerleri vurgulayan bir basın bülteni de kaleme alabiliyor. Bu yüzden ben edebiyatın Türkiye'de asalak bir durumda olduğunu söylüyorum. Tek kale bir maç değil de nedir bu!

HY: Medyanın iyi edebiyatı öne çıkarmamasından yakınmak doğru değil. "Niye efendim, Bilge Karasu'yu, Behçet Necatigil'i duyurmuyorlar" deniyor. Duyuruyor ama adet yerini bulsun diye. Zaten gerçek edebiyatın buna ihtiyacı yok. Diğerinin var, çok satmak için yahu! Benim çok satmak gibi bir derdim yok ki, niye ben medyaya çıkıp benim kitabım şu özelliklerinden ötürü alınsın diyeyim.

ZC: Edebiyatı medya tasfiye ediyor demiyorum. Bu mecrasızlık onu asalaklaştırıyor diyorum.

HY: Edebiyat asalak olamaz. Seçkin okur varsa ne eleştirmene, ne de medyaya ihtiyacım olur. Sayısı 500 ya da 1000 olsun, bana yeter! Mina Urgan, "Bir Dinozor'un Anıları" çok satmaya başlayınca Şakir Eczacıbaşı'nı arayıp, "Şakirciğim, kitaplarım çok satıyor acaba çok mu bayağı şeyler yazdım" demiş. Bunu bizzat Şakir Eczacıbaşı söyledi ve yazdı. Bu sözün üzerine yoruma gerek yok!

* Peki seçkin okura seslenmek istemek biraz ayrımcılık olmuyor mu?

ZC: Ben bu kavrama karşıyım ve bu yüzden de hep tırnak içinde kullandım. Çünkü edebiyat sadece yazarın kendi doyumu değildir. Bir şey yazıp piyasaya sürüyorsanız, "Benim okurum 200 kişidir" diye bir tercih yapamazsınız. Kitabınızı yayımladığınız an, kitlenin önüne çıkarsınız. Seçkinler için yazıyorum anlayışının bir avuntu olduğunu düşünüyorum. Çünkü edebiyatı hiçbir zaman kitle iletişim araçlarından bağımsız göremeyiz. Satışlarda tabii ki tüm mekanizmalar kullanılacak. Bu da namusunuza halel getirmez!

Ama öte yandan kitlesel tüketime yönelik yazılan kitaplara da edebiyat diyemeyiz. Örneğin, biz bugün Ahmet Karcılılar diye bir ismi konuşuyoruz. Adeta bir madalya gibi bu adamın Orhan Kemal ödülü almış olması bir jenerik halinde verilip duruyor. Yani "Camiaya kabul edilmiş, nitelikli bir yazardır" deniyor. Öte yandan adamın yazdıklarına baktığınızda herhangi amatör bir yazarın kalem alıştırmaları ile karşılaşıyorsunuz. Şayet, edebiyat dünyasının mekanizmaları olsaydı bunlar yaşanmazdı. Efendim çalıntı varmış... Mesele bu değil ki! Bu türdeki bir roman nasıl bir estetik ve edebiyat anlayışına tekabül ediyor? Soru budur! Söz konusu olan, okur ve edebiyat çevresinin sınırlarının esnemesidir. Mesela edebiyat dünyası Ayşe Kulin'e "Bizim için yok" diye sırtını çeviriyor ama okuyucu için var! Bir sınıra ihtiyacınız varsa, tayin edin. Yoksa kimin neden sattığı mesele olmamalı! Bu kişiler çok sattığı için, iyi edebiyat az satıyor diye bir şey yok!

'Ucuz roman' edebiyatı
Orhan Pamuk'un, Murathan Mungan'ın reklam ve menajer marifetiyle 'çok satması' edebiyat çevrelerinde çok tartışıldı. Tanıtım yazarlar için de elzem mi, kitap da kaset gibi mi?.. Konuyu Mimar Sinan Üniversitesi hocalarından şair Hilmi Yavuz ve Radikal gazetesi yazarlarından eleştirmen Zeki Coşkun ile tartıştık.

BUKET AŞÇI


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır